17 Nisan 2012 Salı

Yok boyle bir yazi

Ah Nil Karaibrahimgil ah, sen ne kadinsin ya

Kayıtlar altında yirmi bin fersah

Geçen hafta tesadüfen, çok farklı insanlardan aynı hikayeyi dinledim.


Nefes kursuna gidip “Seni affediyorum baba”, Trabzon’da ağaçlara sarılıp “Seni affediyorum kardeşim”, terapist koltuğuna uzanıp “Seni affediyorum anne” demek için yanıp tutuşan insanların hikayeleri. Karanlık oda terapisine girip kendini her şeyden mahrum bırakanı da var, doğum anına geri götüren küvetlere gireni de.
Hindistan’a gidip, günde 13 saat oturarak burnunun ucunu düşüneni de var, Amazonlar’da şamanların verdiğini içip yere uzananı da. Hepsi aynı şeyin peşinde. Geçmiş hayaletlerinin. Hayalet avcıları onlar. Geçmişlerindeki bir kayıttan kurtulmak istiyorlar. O silinmeden, bitmeyecek kaçışları. O karanlık ormandan geçmeden, görünmeyecek tarlaları. Kabuslarına bakmadan, görülmeyecek rüyaları.
Koskoca insanların, anne babalarından gözleri dolarak bahsetmeleri ne üzücü. Geçmişteki bir direğe bağlı gibi boyunları. Zaman bile dindirmiyor sızılarını. Demek bize en büyük tahribatı, çocukluğumuzdaki kötü kayıtlarımız yapıyor. Bir ömür onun gölgesiyle geziyoruz. Kimimiz, demediğimiz bir cümlenin peşindeyiz; kimimiz duymayı istemediğimiz. Kimimiz gitmediğimiz bir yeri kovalıyoruz, kimimiz gittiğimiz bir yerden dışarı çıkmaya çalışıyoruz. Geçmişteki bitmez kaçışımız, bugüne yerleşmemizi, burnumuzun dibindeki güzellikleri görmemizi engelliyor.
“Seni seviyorum”u duyamadığı için, bu cümleye sağır olanımız çok. Anne baba olmak kolay, canım annem canım babam olmak çok zor. Hem biz kimiz ki, o minicik boyumuzla alttan alalım o davranışları, o lafları? Ancak büyüyünce bakabildiğimiz bir canavar o. Sonrası da boğuşma sahnesi.
Bunları duydukça, kayıtlarıma baktım. Ben şanslıydım. Geçmiş hayaletim yoktu. Ama hiçbirimiz tek başımıza değiliz, birbirimize geçmişiz. Etrafımızdaki, yanıbaşımızdaki yaralar da bize değiyor. Bugün herkes evindeki, etrafındaki çocuklara dikkatle bakıp, o kırmızı kayıt ışığını görsün.
Ve güzel şeyler söyleyip, gülsün kameraya.
Koca koca adamlar, sakalları var, bıyıkları var, çocukları var.
Dışarıda güneş, içlerinde kar.
Bazen bir yerlere gidiyorlar, nefes alıp veriyorlar,
Koca koca kadınlar, memeleri var, kocaları var, ojeleri var.
Kalçaları geniş, göğüs kafesleri dar.
Dağların tepelerine tırmanıyorlar.
Hep beraber susuyorlar.
Geçmişe çığlık atıyorlar. Yalvarıyorlar.
Unutmak istiyorlar.
Aslında sadece affetmek istiyorlar.
Ah şu büyük ağırlığı balon yapıp, ipini bi bıraksalar!
Ağaçlara mı sarılıp hıçkırsalar?
Gurulara mı yolculuk edip danışsalar?
Sindirim sistemlerini mi temizleseler?
Ah şu bedensel toksinleri de bi atsalar!
Şöyle gerçekten boncuk boncuk bir terleseler
Ya da doğru kitaba bir rastlasalar da
çocuk olmanın garip kaçmadığı bir yerde,
oturup ağlasalar.
Ve tam da oracıkta... Ve işte nihayet
affediverseler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder