29 Eylül 2010 Çarşamba

United Colors of Abu Dhabi



Bu ülke bir United Colors of Benetton reklamından fırlamış gibidir. 

160 ayrı ülkeden insanın yaşadığı B.A.E’de sizlere kısaca, tanıdığım insanlardan yola çıkarak, genelleme yaparak, biraz da komik olsun diye bana ilk çağrıştırdıkları özelliklerini paylaştım. 

Bir iki kişi yüzünden tüm ırkı genellemek, karalamak değil asla niyetim, sadece birazcık eğlenelim dedim.

Fakat şunuda belirtmek isterim. 

Abu Dhabi’ye ilk taşındığımda bir İngiliz ‘bu ülke insanı gerçekten ırkçı yapıyor’ demişti, önce onun ırkçılığından kaynaklanıyor diye düşünmüştüm, 5 yıldan sonra gerçekten ne demek istediğini anladım. 

Hindusu, Budisti, Müslümanı, Hıristiyanı ile hem barış içinde yaşayan en güzel örneklerinden hem de ırkçılığın diz boyu olduğu ilginç bir ülkedir.

İşe alınırken bile kalitene değil pasaportuna, derinin rengine bakılır, maaşlarda ona göre ayarlanır, aynı işi yapıyor olman bir İngiliz ile Hintli’nin aynı parayı alıyor olduğu anlamına gelmez.

Birde kölelik zihniyeti vardır ki sormayın gitsin, belki onu da başka bir zaman anlatırım.

Güney Afrika: Daha önce yazdığım ‘Netball’ başlıklı yazımı okuyanlar bilir, komşum yüzünden hâla önyargılı olduğum, suç oranının ve Aids’li hasta sayısının aşırı olduğu, sihayı, beyazı, iki resmi dili olan, bir çok dilin konuşulduğu, doğası ve hayvanları ile güzel ancak geçimişte bir o kadar da acıyı barındırmış bir ülke, dolayısıyla bazen tatlı ve bazen tuhaf insanlar.

İngiltere: Soğuk, sarhoş, zaman zaman ciddi gibi ilk akla gelen deyimler yanında sevgili patronum, netball takım arkadaşlarımın sayesinde, komik, sevimli, eğlenceli, insancıl, sarkastik, lâkin eğlenebilmek için illaha sarhoş olmayı bekleyen, aksanlarına aşık olduğum insanlar topluluğudur.

Amerika: Çok fazla yoktur onlardan bu ülkede nedeni de bu ülkenin tax free (vergiden muaf) olması onları bağlamaz, dünyanın neresine giderse gitsin bir Amerikalı mutlaka vergisini ödemek zorundadır, para avantajı olmadığından bir Amerikalı’yı cok sıcak bir Müslüman ülkeye getirmenin esprisi kalmıyor dolayısıyla. 3 haftalık Amerika maceram üstüne Goerge Bush gibi bir başkanı iki kere seçen bir milletten fazla şey beklemiyorum diyebilirim. Amerikalı’ların filmlerde gördüğümüz aktörlerden ibaret olmadıklarını 3 hafta New York dışında kaldığımda anlamıştım. Ancak benim tanıdığım iki onemli Amerikalı oldu burada. Singapur’da doğmuş büyümüş 17 yıl Fransa’da yaşamış, şimdi Abu Dabi’de yaşayan son derece insancıl, sosyal olan bu arkadaşım bana her ırkın iyi insanları var dedirtir. Üstelik beyni hamurlaşmamış son derece zarif bir Amerikalı’dır kendisi. 

Diğeri ise ailelerin her türlü itirazına rağmen B.A.E’li yerli, çarşaflı bir kıza aşık olan ve ondan vazgeçmeyen, Arapça kursundan sıra dışı, tüm kültürlere karşı son derece saygılı sınıf arkadaşım. 

Mısır: Türk’lere en yakın millet olsa gerekler, genelde her Türk’ün bir Mısır’lı arkadaşı vardır burada, onlar da bizi severler, mutlaka ya anneannesi, ya dedesi Türk olan, Arap’ların içinde diğerlerine göre daha uyanık geçinen tiplerdir. Alışveriş yaparken yabancı olduğunuzu anladıkları anda (kaldıki Mısır aksanı ile konuşmayan Araplar da dahildir buna) sizi en az 3 katı kazıklamayı istisnasız denerler. Yüksek orandaki Hıristiyan, radikal Müslüman kesimi ile beraber iç içe yaşayan ilginç bir ülkedir. Mısırlı erkeklerin ismi genelde ya Ahmet’tir ya da Muhammet’tir. Düşündüm de tanıdığım 7 Mısırlı erkek arkadaşımın ismi de Ahmet. Telefonuna numaralarını kaydetmeye çalışmak bir çeşit işkence olur.

Eşimin aylarca benden sakladığı (bahsetmemek saklamaktır) sonra ilk tanıştığımda şok olduğum güzel popo ve bacakları olan fakat korkunç derecede sevimli olduğu için hiç kıskanmadığım (!) eski elemanı Enjy sayesinde de sempati duyduğum bir millet Mısırlı’lar.Tabii sözlerine ne kadar güvenilir o ayrı bir konudur.

Sri Lanka: Hindistanın yan komşusu, son zamanlarda popüler turizm mekanı, maalesef çok fakir, son zamanlara kadar iç savaşın olduğu, gerici eşkıyaların ele geçirmeye calıştığı, tsunami kurbanı, %70’inin Budist olduğu ve Arap ülkelerinde genellikle temizlikçilik gibi zor ve parası düşük işleri yapmaları için çalıştırılan insanlar.

Bangladeş: Erkeklerinin bazen etekle gezdiği, birbirlerine benzediği halde daha koyu ten rengiyle gördüğünüzde bir Hintli’den hemen ayırabileceğeniz (bu ülkede kaldıkça ayırabiliyorsunuz) yine servis sektöründe çalışan fakir ülkenin hayatı zor insanlarıdır.

Filipin: B.A.E’ de tüm servis sektörünü doldurmuş, Hintli’lerden sonra en kalabalık ırkı. Genelde bayanlar ufak tefek sevimlidirler, erkekleri pek yakışıklı değildirler, ucuza çalışırlar, ülkelerinde durumu tahmin edin. 

En çok işçi geliri olan ülkelerdendir, zira dış iş göçü çok yüksektir. Ancak ‘sorry mam’ ‘sorry sir’ leri ile pratik zekalı Filipinli bulmak ne yazikki zordur.

Manikür pedikür sektörünü tekellerine almışlardır, duyanda bu işte iyi olduklarını sanır. Kesinlikle yalan!

Her Filipinli Yılmaz Bektaş adlı eski eşi Filipin güzeli olan Türk işadamını tanır! Ben de Filipinli’ler sayesinde tanıdım. İnanmazsanız bir Filipinli’ye sorun, kesin bilir.

Şarkı söylemeye bayılırlar. Tuhaf deniz ayinleri yaparlar bazıları. Bu ülkedeki paralı yaşlı erkeklerin de gözdeleridir. 

Dubai ve Abu Dhabi‘de yaşayan Türklerin en çok tercih ettiği maid’lerdir (maid hizmetçi demektir fakat bu ülkede kölelikle karıştıran çok insan vardır, Türkler dahil) Genelde çocuk bakıcısı olarak çalışırlar. Özellikle B.A.E’nin yerli halkından çok çekmis, ucuza çalıştırılan, üzücü hikayaleri olan insanlar vardır. Çoğu çocuğunu daha bir iki aylıkken geride bırakır gelir başkalarının çocuklarına bakarlar kendi cocuklarını okutabilmek için. En kötüsü de her iki yada 3 senede vatanına gönderilirler, malum uçak paraları yüksek olduğundan kendileri ödeyemezler ve işverenleri cimri olduğundan iki veya üç yılda bir uçak paralarını karşılarlar kölelik sisteminin bir parçası olarak. Çocuklarını sadece 2 yılda bir kez 1 aylığına görebeliyorlar düşündükçe ben delirecek gibi oluyorum, onlar nasıl katlanıyor inanın çok zor.

Etiyopya: Temizlikçi ve çocuk bakıcısı olarak tercih edilen, çikolata renkli insalardır. Bir erkek arkadaşım sırf temizliğe gelen Ethopyalı güzel diye onun her türlü kaprisine katlanır. Güzel kızları vardır anlayacağınız. Beni ise sürekli ekerek delirtmiştir, bende büyük ihtimalle temizlik anlayışımla delirtmişimdir onu. Sonra Meseret girdi hayatımıza, kızımın üzerinde benden fazla emeği geçen, onu çok sevdiğini sokaktaki insanlardan bile duyduğum hayatımı kolaylaştıran, sağ kolum Meseret, ne diyeyim umarım zenginleşen mutlu bir ülke olur. Nitekim Meseretin 13 yaşındaki erkek kardeşi ailesini bırakıp amcasının yanına Amerikaya çalışmak için gitmiştir ve bu onlar için güzel bir haberdir çünkü hayatı kurtulacaktır. Komşu ülkelerinden bir kaçını saysam ne kadar fakir olduklarını tahmin edebilirsiniz, Somali, Sudan… Kim tahmin ederdi ki ileride Meseret bir gün bizi bırakıp gittiğinde Etiyopya’nın, içinde nasıl olduğunu merak edeceğim uzaktan iyi haberlerini beklediğim birinin yasadığı bir ülke olacağını…

Tanzanya: Evet, bu ülkede Tanzanyalı bile arkadaşım oldu. Kendi halinde, aklı başında, akıllı bir tipti.

Eritre: Global village (küresel köy) denen ve her sene bir iki ay açık olan dünyanın bir çok ülkesinden insanın getirdikleri eşyaların satıldığı bu yerde tanıştığım bu tatlı kız da vay be Eritre’den hiç kimseyi tanımıyorum dedirtmeyecek bana. Maalesef eskiden Meseretimizin ülkesi ile savaş halinde olan fakir bir ülke aynı zamanda.

Kenya: Sevgili Musa ve Rira sayesinde daha da iyi tanıdığım ve sevdiğim, doğası, insanları ve zengin kültürleri ile bir cennet olan ancak politik nedenlerden dolayı bir türlü rahat yüzü göremeyen, ucuza çalışmak zorunda kalıp bu ülkede 550 dolar ile ev kirasını ödeyip yaşayıp ülkelerindeki ailelerine bakmaya çalışan insanlar.Filipin ve Hintliler’den sonra servis sektöründe onlar çalışır ve diğerlerine göre daha pratik zekalılardır.

Avustralya: Genelde soğuklardır, işyerimdeki Avustralyalı popülasyonun fazlalığı nedeniyle bir çok Avustralyalı tanıdığımdan bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Neyseki Amy ve ailesi sayesinde ısındığım, hepside soğuk değilmiş diyebileceğim, çokta özelliklerini görmediğim sarhoş olduklarında daha çok sevdiğim insanlar. Zehirli örümcekleri,köpek balıkları ve kendi bölgelerinde giderek incelen ozon tabakası ile başları derttedir. Kanguruları ve kalbine vatoz balığının dikeni saplandığı için ölen ünlü timsah avcısı Steve Irwin ile meşhurdurlar. Boşuna soğuk demiyorum insanları alın size iki örnek; Nichole Kidman ve Russell Crowe.

Yeni Zelanda: Sevimli güler yüzlü komşum ve patronumun Yeni Zelandalı eşi sayesinde az çok tanıdığım, dünyanın bir ucunda tek başlarına barış içinde yaşayan, müthiş doğası ve Lord Of The Ring’in çekimlerinin yapıldığı, asıl ülkenin Mao’lara ait olduğu, ne zaman bir yerlerde savaş tam tamları çalsa kaçıp ailemle her türlü kötülükten uzakta bir yer olan Yeni Zelanda’ da yaşamayı hayal ederim.

Kanada: Hayatımda gördüğüm en tuhaf, ilk gördüğümde ne illet bir adam dediğim, eski (neyseki) patronum yüzünden pek iyi şeyler hissetmediğim, soğuk komşum yüzünden de fazla ısınamadığım ancak daha sonra tanıştığım komik güler yüzlü bir iki Kanadalı sayesinde ön yargılı olmamak lazım dediğim insanlar genelde.

Daha sırada Lübnan, Suriye, Oman, Qatar, Suudi Arabistan, B.A.E., Japonya, Fransa, Somali, İtalya,Ürdün, Pakistan, Fas ve son olarak ancak kesinlikle daha az önemli olmayan Filistin var. 

Ülkenin çoğunluğunu oluşturan Hintliler tabiki ayrı bir yazı konusudur. 

Şimdilik hoşça kalın.

Haftanın Kitabı: Tuhaf

Haftanın Filmi: Grown Ups

Haftanın Şarkısı: Why Don’t You

Nilgün
2010-09-29
Bu yazı 2541  kez okundu.

Yorumlar: 06.10.2010
Nilgüncüm, cok hos bir ortam aslina bakarsan, her ülkeyi taniyorsun sayelerinde hic gitmemis olsan bile.... bizleri de tanistirmis oldun bu sayede bu kisilerle! kanadalilar iyidir iyidiiiiir:-))))))
Yorumlar: 30.09.2010
Nasil yani en onemli Hintli arkadaslarimizdan bahsetmemissin.. !!! Bide Emiratileri unutmayalim.. Cok ilginc insanlar.. Kultur ve Sosial anlamlari misal :) xxx


27 Eylül 2010 Pazartesi

Kızım Ana Okuluna Başladı


Kızım büyüdü ve ana okuluna başladı şaka gibi.

Daha konuşmasını bilmiyor, iki dil anlıyor zaten kafası karışık değilmiş gibi şimdi de okulda İngilizce öğrenecek.

Onun bıcır bıcır konuşmasını dört gözle beklerken umarım bu yavaşlatmaz konuşmaya başlama sürecini.

Benimle konuşabilirse onu daha iyi koruyabilirmişim gibi geliyor. Bana okulda neler yaptığını öğretmeninden değil de kendisinden dinlemek daha çok güven verecek.

Okula başlama öncesi ne drama yaşandı bilseniz. Aslında eminim tümüne yakın bir çok annede yaşanan duygular bunlar. Kimi daha cool kimi benim gibi daha panik. Okul bulma, yazdırma ve okula kızını yabancılara ellerinle teslim etme süreci bana bir kere daha cool bir anne olmadığımı onaylattı.

Bunun için ikinci çocuğu yap diyorlar, çivi çiviyi söker misali, herşeyi iki katı şiddeti ile yaşamak korkutuyor beni her ne kadar ilk çocuktan kazanacağın tecrübe hayatını çok kolaylaştıracak olsada. Sizlere kısaca miniminnacık kızımı alt tarafı hafatada 3 kez günde sadece 4 saat okula gönderebilmek için yaşadığım dramayı anlatayım: Kızım Sena şu an 21 aylık ve ben daha 17 aylıkken okul aramaya başladım. Beğendiğim bir okula çok rahatlıkla kayıt ettirmek için bu yeterli bir süre diye düşünürken meğer işler bu şehirde çığrından çıkmış. 

Bir sürü çocuk, malum Arap aileler ve İngilizler çok çocuk sever onlardan da bol bol var bu şehirde, yeterince iyi okul yok dolayısıyla herkes o iyi bir kaç okulun sırasında kuyruğa girmiş benim haberim yok. Doğurur doğurmaz ismini bekleme listesine kayıt ettirmek lazımmış.

İstediğim okula sıra gelmesi için bir değil belki iki yıl beklemem gerekiyormuş.

Çok moralim bozuldu. Bunu daha önce düşünmediğim için yeterince anne ile sohbet edip bu konularda sorular sormadığım için kızdım kendime.

Türkiyede hiç anaokulu ziyaret etmedim ancak buradaki Türk arkadaşlarım anaokullarının bu ülkeye göre çok daha iyi olduklarını söylüyorlar, yani tahmin edin benim en iyi dışındaki okul ziyaretlerimi, kimisi gerçekten berbattı. En son üçüncü seçim olarak (ikinci seçimim 2 yaşından küçük olduğu için almadı) bir okul buldum, düşündüm taşındım karar verdim, kayıt yaptırmaya gittim bu sefer yer kalmadı dediler.

Ben yine bunalıma girdim ve bu okulun evimize daha uzak olan hakkında çok da iyi şeyler duymadığım ancak kötü şeyler de duymadığım bir başka şubesine kayıt ettirmeye razı geldim.

Son güne kadar içimden bir ses bekle dedi bir yandan da burada da yer kalmayacak ve biz dışarıda kalacağız diye korkuyorum, son kez şansımı denemek istedim kayıt ettirmeden önce öteki şubesini aradım, şimdi bir kişilik yer açıldı kızının yaş grubundaki sınıfa bir saat içinde gel öde yoksa o da gidecek dediler. Arabaya atlayıp ATM’den para çekerken hatırlıyorum kendimi sonra bir anda okulun kapısında buldum kendimi hepsi yıldırım hızıyla oldu, duyanda kızım Harvard’a kabul edildi sanır inanın durum o kadar trajikomik.

Üstelik pahalılar, çok katılar, bazen kendi kendime niye bu işkenceyi yapıyorum dedim, zaten eşim onun daha küçük olduğunu söyleyip duruyor, hiç niyeti yoktu okula göndermeye henüz. Hem okuldaki insanların tutumlarına karşı mücadele veriyorum hem de eşimin itirazlarına. Fakat kızım için okula başlamasının daha iyi olacağına karar verdim. Çalışan bir anne olduğum için kızımı bakıcıya değil de okula bırakmanın onun için daha hayırlı olduğuna inandırdım kendimi her ne kadar bakıcımdan memnun olsamda.

Tabii önce ismini öğrenir öğrenmez öğretmen hakkında soruşturmaya başladım. Üye olduğum tüm yahoo gruplarına okul, sınıf ve öğretmen hakkında sorular yağdırdım, neyseki öğretmeni büyük bir şans olmuş bizim için herkes memnun, üstelik bunu okulun ilk günü kendi gözümle gördüm daha da rahatladım, en azından iyi bir öğretmen bulduk diye sevindim.

Baba ikna edildi, okul seçildi, kayıt olundu, öğretmen araştırıldı ve kızımı gözyaşları ile okula ilk bırakma günü geldi çattı…

İlk gün öncesi kabuslar gördüm uyuyamadım çünkü kızımı birazcık tanıyorsam kesin çok ağlayacak bana yapışacak ve orada küçük Emrah dizisinden bir sahne izleyecektiniz. Kızım korkak ve utangaçtır biraz, yabancıları görünce kesin çok büyük bir tepki verecek okulu ağlamasıyla inletecek diye kafamda senaryolar yazdım. Ben bu psikoloji ile kurbanlık koyun misali gittim içim kan ağlıyor ancak onun yanında güçlü olacaktıım gülerek ayrılacaktım diye kendi kendime söz verdim.

Sena çok sevdi tabii yeni farklı oyuncakları görünce, öğretmeni ve onun yardımcısı ile tanıştı. Hem babası hem bakıcısı hem de ben vardım yanında onunda keyfine diyecek yoktu, güvendiği insanların yanında yeni ortamlarda olmaya bayılır.

Her şey gayet iyi giderken ayrılma vakti geldi, onun bu tecrübeyi tek başına yaşama sırası geldi. Önce babayı ve Meseret’i gönderdim sonra ben ona sarıldım öptüm ‘iyi eğlenceler tatlım anne seni bir saat sonra almaya gelecek, bak öğretmenin de çok şeker ve seninle ilgilenecek merak etme’ dedim ve ayrıldım.

O böyle birşeyi hiç beklemiyordu bir an şok oldu ama oyuncaklarda iyi gelmiş olacak ve öğretmeni hemen onu kucağına alıp başka yöne çekmeyi başarınca dikkatini bizim kız bir damla yaş bile dökmedi arkamdan. Huzursuzdu ama neyseki ağlamasına firsat verilmedi.

Ben şok içinde kaldım, içimin rahat etmesi için deli gibi şu an ne yapıyor ağlıyor mu diye merak içinde ancak kesinlikle ona gözükmemem gerektiğinin bilincinde etrafımda casus anneler bulmaya başladım. ‘Afedersiniz şu sınıfta kırmızı beyaz çizgili etek giymiş kıvırcık saçlı kız ağlıyor mu bakar mısınız lütfen?’ diye her beş dakikada bir birini gönderdim, hepsinden ‘Hayır ağlamıyor sadece oynuyor’ cevabını alınca ikna oldum ve nasıl rahatladım anlatamam size.

Ben en fazla 45 dakika sonra dayanamayıp alırım dediğim kızımı ilk gün tek başına 1 saat 10 dakika bıraktım.

Gidip aldım hemen yanıma geldi ve elimi tutup dışarı çıkmak istedi, oradan anladim ki her ne kadar ağlamasada onun için zor bir saat omuştu ve beni gördüğune sevinmisti. 

Böyle hissetmesinin normal olduğuna kendimi inandırıp onu öpe koklaya eve getirdim.

İkinci gün geldi. Bugün dünden zor olacaktı ondan emindim ama içten kızımın beni tekrar yanıltmasını diliyorum.

Ancak uyanık tabii başına gelecekleri bildiği için ertesi gün bye bye konuşmasını çektiğim anda bana sarılmak istedi ve ağlamaya başladı neyseki diğer çocuklar gibi okulu yıkacak tonda değil daha çok gariplenmiş, hiç istemesede durumu kabul etmekten başka çaresi yokmuş hissinde ağladi ki o da en az ötekisi kadar iç burkan bir vedaydı.

Ben onu bıraktıktan hemen sonra ağlamayı kesmiş ve bir iki kişiye ağlamadığını onaylattıktan sonra bu sefer 2.5 saatliğine bıraktım. Maalesef işim yüzünden benim yerime eşim almaya gitti, bu sefer onun elinden tutup kapıyı göstermemiş, babasının yanında olmasının verdiği rahatlıkla oynamaya devam etmiş.

Hala bırakırken o masum üzgün bakışları atıyor ancak beni yanılttı kızım ve çok ağlamadı belkide utangaçlığının payı var bilemiyorum ancak şiddetle onun mutlu olmasını istiyorum.

Okulda hiç tanımadığın anneler ile olan bağın, anlayışın o gözünün içine bakıp konuşmadan bir hareketin ile ‘seni anlıyorum ben de aynı şeyi yaşıyorum güçlü olmalıyız herşey yoluna girecek’ bakışı yok mu başka hangi canlı bir konuda böyle kenetlenebilir?

İlk gün bekleme süresi diğer anneler ile tanışmak, onlardan tiyo almak ve mümkün olan en çok bilgi alışverişinde bulunmak ve özellikle kızımın sınıfında ki diğer çocukların anne babaları ile tanışmakla geçti.

Harika bir deneyimdi hem duygulandım, hem sevindim hem gururlandım.

Şu an sınıfında farklı kültürlerden, dilden, ırktan, dinden gelen bir sürü arkadaşı var. Çin asıllı bir öğretmen ve Filipinli bir asistan ile bakalım bizim ufaklık nasıl adapte olacak hayatının bu en büyük ilk adımına.

Hepinize kolay gelsin anneler.

Hoşça kalın.

Nilgün

Haftanın Kitabı: Kafka on the Shore

Haftanın Belgeseli: Babies

Haftanın Şarkısı: Who’s That Chick
2010-09-27
Bu yazı 818  kez okundu.



Yorum: 06.10.2010
ben onun o tatli yanaklarini yerim. aglayan gözlerini öperim. hic vicdan yapma, sandigindan cabuk alisiyorlar, hatta sonra kendileri bile istiyor gitmek..... minik kelebegim! öpüyorum ikinizi de!!!! cok iyi dil gelisimini de erkenden yapmasi süper!