23 Eylül 2008 Salı

6 ay 3 hafta


6 ay 3 hafta
Son üç haftada çok şeyler oldu.

Bir kere artık insanlar hamile olduğumu anlıyorlar.

Geçenlerde alış veriş merkezinde yürürken elime tutuşturulan vücuttaki yırtıkları önleyici krem tanıtım ilanından sonra bunu daha iyi anladım.

Önce almakta tereddüt ettim, sonra da galiba artık şişko olduğumu kabul etmenin vakti geldi diye düşünüp durumumu kabüllendim.

Sorun hamile olmam değil şişko olmam. İncecik, sadece sevimli bir karnı olan hamile kadınlara hayranım, galiba içten içe ne kadar uzun sürerse insanların hamile olduğumu anlamaları kendimi o kadar iyi hisssediyordum, aldığım 10 kiloya rağmen.

Bu arada o 10 kilo çoktan 13 oldu herhalde söylememe gerek yok.

Son üç ayında bir 10 kilo daha alırsın deyip gıcık olduğum insanlar haklı çıkacak korkarım.

Ufaklığı uzun süredir göremedim. Yaklaşık dört ayrı doktora gittim şu ana kadar. Biri (Türk) ortalarda yok, diğeri (Fransız) hakkında kötü şeyler duydum, gitmekten vazgeçtim. Ötekisi (Arap) karnıma iki sihirli parmak dokunuşuyla beni muayene ettiğini sandığından onu son görüşüm oldu. Diğeri (Alman) yirminci hafta ultrasonumu yaptı.

Yeni doktorumuda (İsveçli) yaklaşık 2.5 aydır bekliyorum ancak randevu alabildim.

Dolayısıyla 1.5 aydır ultrasona girmedim, son halini çok merak ediyorum. 29’unda randevum var umarım iptal etmez.

Tekmelerin şiddetinden ‘ibudubu’ nun büyüdüğünü tahmin ediyorum, ancak ne kadar büyürse büyüsün son üç haftada aldığım üç kilonun tek suçlusu olamaz.

İşyerindeki arkadaşlarım küçük bir kutu çikolatayı tek başıma yedim diye dalga geçip duruyorlar. Bunun nesi tuhaf Allah aşkina? Sadece 12 adet çikolata vardı o küçücük kutuda üstelik iki saat sürdü bitmesi!

6 ayım çok rahat geçti diye sevinirken yavaş yavaş rahatsızlıklar baş gösterdi. Önce basur oldum ne kadar rahatsız edici olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ne saçma bir hastalıktır ayrıca bu! Her türlü ilaç kullanmaya karşı çıktığımdan (saçlarını bile boyatmayan ve her gün daha çok beyazı ortaya çıkan biri olarak) uzun süre dayanmaya çalıştım fakat pes etmek zorunda kaldım. 

Kitabımda altı aydan sonra bebekler yukarıya doğru çıkarmış dolayısıyla kaburgalarınızda ağrılar hissedebilir ve asit yanmalarından şikayet edebilirsiniz diyordu, aynen çıktı.

Sıkışan organlarım dolayısıyla günde en az 2.5 litre su içmezsem anında etkisini gösteren idrar yolu iltihabım da her an tetikte beni bekliyor.

Umarım daha kötüsü olmaz diyorum ve bu şikayetlerle yaşamaya çalışıyorum.

Hareketlerim iyice kısıtlanmaya başladı, artık yerimden çevik hareketlerle kalkıp, hızla yürüyüp istediğim gibi eğilip doğrulamıyorum. Dişlerimi fırçalarken sürekli lavabo ile aramda her zamankinden daha fazla bir mesafe bırakmam gerektiğini hâla unutuyorum.

Dar yerlerden geçemiyor, ağır hiç bir şey taşıyamıyorum. Varislerim ise beni ciddi anlamda depresyona sokuyor.

Tüm bunlara rağmen benim için asıl onemli olan doğumun sağlıkla geçmesi. O aşamada maalesef başkalarına (hemşire, hastahane ve doktorlara) güvenmek zorundayım, elimden çok fazla şey gelmeyecek.

İzmir’de 13 bebeğin bir gecede hayatını kaybetmesi haberleride hiç yardımcı olmuyor endişelerimin azalmasına. 9 ay gözün gibi baktığın, başına bir şey gelecek diye kâbuslar gördüğün, her türlü fedakarlığı yaptığın çocuğunu kucağınıza aldığınız anda kaybetmekten daha kötü ne olabilir? Üstelik tek kelimeyle aşağılık insanların ihmarkarlıkları yüzünden. Tanrım ne büyük bir acı ve haksızlık!

Doğum iznine çıkacağım Aralık ayını dört gözle bekliyorum. Son zamanlarda işte zaman geçmek bilmiyor. 

3 yıldır Suudi Arabistan dışında hiç bir iş gezisi çıkmayan eşimin Ekim ve Aralık ayında Paris, Londra ve New York’a iş gezisi çıkması beni ne kadar çıldırttı tahmin bile edemezsiniz. Hayalimde onunla 3-4 günlük kaçamaklarım vardı hep. İstediğim sonunda oldu ancak ben o tarihlerde uçamam ki! New York ve Londra seyahatleri Aralık ayında, yani benim her an doğurabileceğim zamana rastlıyor. Ne kadar şansızım. 

Bu aralar her gördüğüm çocuğa bakıyorum, gördüğüm tüm tatlı çocukları yemek istiyorum ve ben bir an önce kendi çocuğumu çıkarıp sevmek icin sabırsızlanıyorum. Onun nasıl bir karaktere sahip olacağını, kime benziyeceğini merak edip hayal ediyorum. Sonra da acele etmemem gerektiğine karar veriyorum, eminim siz anneler bir çok kez çocuğunuzu alıp karnınıza sokmak istediğiniz anlar olmuştur. Ne demek istediğimi anladınız değil mi?

Yavaş yavaş çocuk mağazalarına bakınmaya başladım. Öncelik yatak ve dolabı ve benim üzerinde geçireceğim uykusuz gecelerimi biraz eğlenceli hale getirmesi için sallanan sandalyemiz.

Henüz istediğim kadar pratik bir şey bulamadım.Annemin tavsiyesine uyup tekerlekli bir yatak almak istiyorum, Yatağımda bir kaç saat deliksiz uyumak için gerektiğinde ufaklığı öteki odaya postalamak için ihtiyacım olacak.

Evet şimdiden uykusuz gecelerimi düşünüyorum. Ne yapayım tüm anneler gözümü korkuttunuz. Herkes hamileliğinin tadını çıkart, bol bol uyu sonra fırsatın olmayacak diyor.

Kızım sağlıklı olduğu müddetçe uykusuz gecelere, ağlamalara, inek gibi sabah akşam sağılmaya, herşeye razıyım. 

Elimden geldiğince cool bir anne olmaya çalışağım ve bunu başarabilirmişim gibi geliyor sanki herşey annede bitiyor ancak her çocuğun farklı olduğu gerçeğini göz ardı ediyorum belkide. Eğer çok pimpirikli değilseniz çok mu zor çıldırmadan geçirmeniz ilk aylarınızı? Yumuşak bir geçişi yok mudur hiç bir zaman aynı olmayacak yeni hayatınıza?

Sizlere son halimi gönderiyorum. Geçenlerde beni terkeden eski temizlikçimi gördüm. ‘Madam çok büyük olmuşsunuz’ dedi bana, hamile olduğumu düşünemedi. Bende evet biraz kilo aldım dedim sadece. Sizce?



Kafası karışık, ürkek ve şaşkın anne adayından sevgiler hepinize.

Nilgün
2008-09-23
Bu yazı 5060  kez okundu.


YORUM:19.12.2008
Hiçde abarrtığın kadar kilolu gözükmüyorsun.Eğer 6 ay emzirebilirsen bebeğini 6. aydan sonra bi bakıyorsun kilolar kendiliğinden gidiyor.
sağlıklı doğum diliyorum sana. Bbeğini kucağına alınca bu zamana kadarki yaşamın çok boş gelecek inan.
Gülçin Günaydın/Zonguldak

10 Eylül 2008 Çarşamba

Türkçe öğretmenim


Genelde başarılı bir öğrenci olmuşumdur okulda. Özellikle ortaokulda, her dönem mutlaka takdirname alırdım. (Herhalde artık kalmamıştır böyle şeyler.) 

Mümkünse Tanrı bizim dönemdeki eğitim sistemini düşmanına vermesin. Son zamanlarda her şeyin daha da kötü olduğunu okurum, duyarım. Demek kötünün de kötüsü olabiliyormuş.

Hatta takdirname getireceğim o kadar kesindi ki, kimse şaşırmaz, sevinçli bir aferin ile geçiştirilirdi. 

Konumuz ortaokuldaki Türkçe dersi ve öğretmenim Dursun Çöpoğlu. Üstelik sınıf hocamızdı, karnelerimizi o dağıtırdı.

Okulda en çok Türkçe öğretmenimi severdim. Müthiş komik dolayısıyla da zeki bir adamdı.

Evli, iki çocuğu ve öğretmen maaşı ile bile mutlaka ama mutlaka takdirname ve teşekkürname alan öğrencilere kitap hediye ederdi, yeni gıcır gıcır kitaplar, üstelik herkese farklı bir kitap verirdi, kişiye göre özenle seçilmiş kitaplar.

Bir Türkçe öğretmeninden daha asil bir davranış beklenebilir mi?

En çok onu seviyor olmam maalesef dersinde başarılı olduğum anlamına gelmiyordu, çünkü karnemde tek 3, Türkçe dersine aitti. 

Okulda iken kompozisyon yazmak, okuduğunuzdan ne anlıyorsunuz sorusuna cevap vermek inanılmaz bir kâbustu benim için.

Bir atasözü verilip, bu atasözündeki saklı mesaj nedir, üstüne de en az bilmem kaç kelime yazmalısınız diye bir sınav sorusu geldiğinde nefret ederdim, kaçacak delik arar, sınav kağıdını her zaman en önce ben teslim ederdim, bu işkence artık burada bitmeli diyerek. Nedense o zamanlar kısa yaz, öz yaz sloganı da o kadar popüler değildi, daha çok yazınca daha iyi not alıyordunuz, hatta kelime falan sayılıyordu buda benim daha çok saçmalamama neden oluyordu. Hocamın hatırı ve yapacağı esprileri kaçırma korkum olmasa derse girmemek için her türlü bahaneyi uyduracağım.

Kompozisyon yazma konusunda tek kelimeyle berbattım, hatta o kadar berbattım ki, hocam sınıfta yapılmaması gereken hatalara örnek verirken ismimi vermeden hep benim kompozisyonumu seçer ve sınıfa okur, o harika espri anlayışıyla bir güzel dalgasını geçer ve tüm sınıfı gülmekten kırıp geçirirdi.

Hakikatten komik, saçma, alakasız ve gülünç şeyler yazardım.

Aslında şimdi düşünüyorum da, belkide öğretmemim o kadar komik değildi, malzemesi harikaydı.

Hoca yazdıklarımı okudukça sınıfta, nasıl yazmışım böyle bir şey, ne aptalca diye kendimden utanır, kıpkırmızı olur, bir yandan da kimliğimi ortaya çıkarmamak için hocanın bakmadığı zamanlarda zoraki gülerdim, bazen ciddi ciddi gülerdim.

Yazdıklarıma ben bile inanamazdım ‘salak Nilgun, salak Nilgun’ neler yumurtlamışsın diye kendi kendimle dalga geçtiğim, utandığım çok oldu.

Ben 4 almayı nadir başardım toplam 6 dönemde, onda da hocanın kıyağı var olduğuna eminim. Bence 3’ü bile hak etmiyordum. Hocayı eğlendirdiğim için 3 verdiğini tahmin ediyorum.

Ah keşke bu yazımı okuyabilse, tekrar o günlerden konuşabilsek, hatta saklıyorsa o yazdığım saçma, komedi dalında ya da en berbat eser ödüle aday şaheserleri gösterip okuyabilsek ve dalga geçebilsek ne güzel olur. Samsun’lu sarışın sevgili hocam Dursun Çöpoğlu öğretmenlerim arasında hiç unutmadığım hâla ismini hatırladığım tek öğretmenim, saygılarımı sunarım.

Şimdi burada bir şeyler yazıp ahkam kesiyor olduğumu bilseniz ne dalga geçerdiniz değil mi? Bana güzel kompozisyon yazmayı öğretemediniz ama galiba sizde bol bol olan ve benim çok sevdiğim “ironi” den bolca bulaştırdınız, ne dersiniz?

Nilgün

Haftanın kitabı: Ben Duygu

Haftanın şarkısı: Crazy

Haftanın filmi: My Blueberry Nights
2008-09-10
Bu yazı 11230  kez okundu.


YORUM:19.03.2010
Edebiyat Öğretmeni Dursun ÇÖPOĞLU benim dayım olur.Kendisini 14.02.2008 günü kaybettik. Mekanı cennet olsun.
YORUM:19.12.2008
Nilgün merhaba,
Seni bulmak çok güzel. Çok aradım seni izine ulaşamadım.Mesajı aldıysan mail at lütfen.
sıra arkadaşın Gülçin Günaydın
Beantwortet von nilgun21.05.2009
Bu yazıyı yazdıktan 7 ay sonra hocamın vefat ettiği haberini aldım, üstelik daha çok yeni. Şubat 2009'da aramızdan ayrılmış. Keşke onu daha iyi arayıp bulsaydım ve bu yazımı okutabilseydim diye üzülüyorum o günden beri. Allah rahmet eylesin sevgili hocam. Sayenizde Gülçin, Berra ve sevgili iş arkadaşınız ve bizim güzel hocamız Cemali Dedeoğlu ile tekrar temasa geçtik. Sizi hep saygıyla ve sevgiyle anacağiz.
Nilgün
YORUM:18.12.2008
Merhaba Nilgün Hanım,
resminizi görüp yazını okuyunca tüm bunlar çok tanıdık geldi. Hatırlayabilir misiniz bilmem ama sizinle aynı sınıfta okumuştuk.Dursun bey benim için de çok özel bir öğretmendi.Onu burada tekrar hatırlattığınız için teşekkür ederim.
sevgiler
Berra Özkalay YILMAZ

Beantwortet von nilgun25.01.2009
Merhaba Berra
Bana biraz daha hatirlatman gerekiyor, lutfen biraz daha ayrinti, ben balik hafizali biriyim maalesef, cok ozel seyi bile unuturum, yorumunu yeni gordum, bana nilgunozhan@yahoo.com adresinden ulasirmisin lutfen, bana e mail adresin gelmiyor, yorum sitede yayinlansin kismini isaretledigin icin, mailini bekliyorum. gec cevap icin ozurdilerim.
YORUM:10.09.2008
Okul gunlerimi soyle bir dusundumde, kitap okumayi cok sevmememe ragmen turkce, ilerleyen yillarda adı edebiyat olan dersleri sevemedim.Ama yinede kitap okumaktan vazgecmedim.Sanirim benim favorim lisede Tarih ogretmenim Ulku Hanim olurdu :)
YORUM:10.09.2008
insan bazen eskileri hatırlayıp efkarlanıyor nilgün hanım.
bende öyleyim eskiden çok kızardım öğretmenlerime veya anneme babama. ama şimdi düşündükçe ne kadar haklı olduklarını daha iyi anlıyorum.
eskiyi bilmem ama şimdi çok güzel yazdığınız bir gerçek.
size ve kızınıza sevgiler.
isim konusunda karara vardınız mı?
merak ettim.
Beantwortet von nilgun14.09.2008
Sagolun Gul Rana hanim, cok incesiniz beni hep mutlu ediyorsunuz.
Isim konusunda yesil isik geldi Lalin'den, tek sorun iki isim olsun mu olmasin mi ona karar vermek, yoksa Lalin ismini cok seviyorum. Bakalim hala dusunuyorum.Size ve oglunuza sevgiler:)
Beantwortet von berra yılmaz19.12.2008
merhaba nilgün
Önce bebeğin için seni ve eşini tebrik ederim.Ayrıca da bu güzel yazı için teşekkür ederim.Bu yazı sayesinde hem dursun beyi tekrar anmış olduk hemde beni hatırlar mısın bilmem ama seni bulmama yardımcı oldu.Ben ortaokulda sınıf arkadaşın Berra Özkalay
sevgiler..