6 Kasım 2009 Cuma

Food Inc.

Food Inc.

Anne olduğumdan beri sürekli kabus gören biri gibiyim. Haberler bu korkularımı daha da tetikler oldu. Mesela; ‘Kızımı sapıkların elinden nasıl koruyabilirim?’ düşüncesi en büyük kabusum. Güzel ilişkiler kurabilen, çevresine ve insanlara karşı duyarlı, kendine güvenen, çok yönlü, bağımsız ve güçlü, iyi bir birey olarak kızımı nasıl yetiştirebilirim gibi uzun bir liste kafamı meşgul eder durur.

Bu listede önemli bir madde de onun ‘İyi beslenmesini nasıl sağlayabilir ve bu fast food denen junk food rezaletinden nasıl koruyabilirim?’, kafamı karıştıran büyük dertlerden biridir. 

Evde istediğim kadar sağlıklı yemek vermeye çalışsam da okula gittiği andan itibaren kızım dış tehlikelere açık hale gelecek.

O kadar sağlıksız yaşayan çocuk var ki, tabi anne-babalarının sayesinde. 

Kızım arkadaşlarının yediklerinden, içtiklerinden denemek isteyecek, ne yapacağım arkadaşları, McDonald’s hamburger yerken önüne ıspanak mı koyacağım?

Bu seferde zalim çocukların alay konusu olacak (Alay edilmesi gereken onlar ya anlatın işte siz bunu o küçük beyinlere.) Kafamda bu soru beni bir süredir yiyip didikliyor. 

Obezlik büyük bir sorun biliyorsunuz özellikle Amerika ve İngiltere’de. Maalesef hormonsuz sebze meyve tadını alamadan büyüyen çocuklar için, bu zararlı ve lezzetli(!) yiyecekler büyük tehlike.

Neyse ki en azından bu sorunuma bir çözüm buldum. 

En azından kendimi çaresiz hissetmiyorum.

Abu Dhabi film festivalinde gösterimde izlediğim “Food Inc.” adlı belgesel kafamda bir şimşek çakmasına neden oldu. 

Ne kadar rahatladım bilemezsiniz.

Önce belgeselden bahsedeyim.

Kısaca belgeselde yemek sektörünü bir kaç firmanın eline geçirdiğini ve onlar ne isterse çiftçileri de o şekilde yönettiğini, daha fazla kazanmak için sağlığımızla nasıl oynadıklarını anlatıyordu. Normal yetişme süresinden daha hızlı büyüyen, gün ışığı görmeden, yürüyecek alanı olmayan kapalı alanlarda yetişen tavukların görüntüsü içler acısıydı. 

Sürekli antibiyotikli, hormonlu yiyeceklerle beslenen tavuklar kısa sürede gövdelerini taşıyamayacak hale gelip yere yıkılıyorlar sonra onları kesip, paketleyip, afiyetle bizlere sunuyorlar.

Sadece sağlığımızla oynadıkları yetmiyormuş gibi hayvanlara da eziyet ediyorlar. 

Bu şirketlerin zararı bununla kalmıyor, kaçak işçileri kötü koşullarda ucuza çalıştırıyorlar.

İnsan sağlığına önem vermeyen zihniyet tabi ki çevreye de büyük zarar veriyor.

Sektörü ele geçirdiklerinden, çiftçiler yaşamak için boyun eğmek zorunda kalıyorlar bu şirketlerin her türlü taleplerine… 

Belgesel için konuşmayı reddeder hale getirilecek kadar korkutulup, sindirilmişler.

Sonra bu şirketlerin Amerika parlementosundaki yakın ilişkileri ve bağlantıları ürkütücü şekilde açıklanıyor.

Anlayacağınız büyük ve önemli bir sektörün nasıl aç gözlü, para ve güçten başka amaçları olmayan kötü insanların elinde oyuncak olduğu ve geleceğimizle oynadıkları gözler önüne seriliyor, anlatılıyor.

Belgeselde çocuklu fakir bir aile 1-2 dolara karınlarını doyurabildikleri için fast food zincirlerinden isteseler bile vazgeçemeyeceklerini anlatıyor. 

Aynı bütçeyle sağlıklı beslenmeye kalkıştıklarında organik brokoli bile alamıyorlar. 

Zaten amaçlarına bu şekilde ulaşıyorlar. 

Eskiden doğal, ucuza aldığımız sebzeler artık ikiye ayrıldılar: “Ucuz, hormonlu, sağlıksız sebzeler”, pahalı organik sebzeler”.

Nasıl birden her şeyin doğalı için 3-5 kat daha fazla para verir hale geldik?

İşin en acı tarafı ise, daha ucuz ve pratik diye yöneldiğimiz bu yiyeceklerin aslında sağlığımızı bozup maddi manevi daha büyük hasara neden olması. 

Genç yaşta birçok diyabet hastası var günümüzde.

Ucuz olduğu için tercih edilen fast food’un aslında sağlığımızı bozarak bütçemize daha fazla zarar verdiğini gözler önüne seriyor bu belgesel.

Buradan karlı çıkan tek kesim ise sağlık sektörü olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Belgesel bu iki sektör arasındaki düşündürücü ilişkiden de bahsediyor zaten.

Belgeselin en ve tek güzel kısmı sonunda verdiği mesajlardı: 

Bu gidişe dur diyebilir sağlığımızla oynayanları durdurabiliriz seçimlerimizle. 

Onları değiştirebilmek, sağlıklı beslenme hakkını istemek bizim elimizde. 

Nasıl sigara şirketlerine karşı bu mücadeleyi bizler kazandıysak bu yemek şirketlerine en ucuz en kolay ve hızlısını istiyoruz ama ayrıca en sağlıklısında da ısrar ediyoruz mesajını göndermek, sağlıksız yiyecekleri satın almamak, aldığımız her ürünün içinde ne olduğunu öğrenmekte ısrar etmek, paketlerin arkasındaki etiketleri okumak bizim elimizde.

Yemek alışkanlığımızı değiştirerek

Ailemizle birlikte yemek pişirip, birlikte yiyerek

Çocuklarımıza sağlıklı beslenme çantaları hazırlayarak

Okuldaki kafeteryaları sağlıklı yiyecekler satması için baskı yaparak

Kendimizi ve çocuklarımızı koruyabiliriz.

Belgesel hakkında daha fazla bilgi için linke göz atın.

Benim bulduğum çözüm ise şu:

Kızıma bu belgeseli aklının ilk yattığı anda, onu korkutmadan izletmek ve bunun gibi bize gerçekleri yüzümüze olduğu gibi çarpan, eğitici, bilgilendirici belgesellerden kendime en kısa zamanda bir arşiv yapmak. 

Anne ve babaları dinlemeyi sevmeyen asi çocuklar için bu belgeselleri izlemenin ve kendilerinin neyin iyi neyin kötü olduğuna karar vermelerinin daha etkili olacağını düşünüyorum.

Ne kadar çok çocuğu iyi yetiştirirsek o kadar çok çocuklarımızı koruma altına almış oluruz.

Bu yemek alışkanlığı ile sınırlı kalmayıp, çevremizi nasıl ve neden temiz tutarız, neden spor yapmalıyız, sigara ve uyuşturucunun zararları nelerdir gibi bilinçli bireyler olmak için bize gerçekleri en çarpıcı biçimde aktaran belgeselleri toplamak ile devam edecek.

Size aşağıda arşivimde yer alacak belgesel isimlerini veriyorum. Sizin önerilerinizi de merakla bekliyorum.

Food Inc. 

Plastic Planet 

Earth Whisperers Mother Earth (Earth Whisperers Papatuanuku)

Belgesellerin benim ve kızımın hayatını kurtarmasını umut ediyorum… 

NOT: Gazetelerden genetiği değiştirilmiş yiyeceklerin Türkiye’ye sokulmasına izin verildiğini okudum. Hangi ülke vatandaşına bu kötülüğü yapar? Üstelik öyle güzel bir ülkede yaşıyoruz ki, istese kendi kendine yetecek ürünü yetiştirebilecek nadir ülkelerden biri ve bu ülkede her şeyin doğalını yetiştirmek mümkün iken!

Sizleri Yılmaz Özdil’in bu konuda yazdığı muhteşem yazısıyla baş başa bırakıyorum. Okumak için tıklayın.

Haftanın Kitabı: Why Men Love Bitches

Haftanın filmi: Precious (Bu filme dikkat, Gabourey Sidibe müthiş bir performans sergiliyor,2010 Oscar’ına aday olması bekleniyor)

Haftanın şarkıları: Get Me Bodied, Did It Again

Nilgün
2009-11-06
Bu yazı 11360  kez okundu.

Yorum: 11.02.2010
Hello Nilgun;
i just wanted to say that you're definitly a great person, professional & doing great in writing your articles.. Keep it up.
Yorum: 09.11.2009
nilgün hanım ben sağlıklı yemeklerden çok, okula gidince nasıl bir ortam da olacak, kiminle arkadaşlık kuracak, bu bozuk toplumda ahlakını koruyabilecek mi diye düşünüyorum kahroluyorum.

sağlıklı beslenmek de hemen sonrasında geliyor.
size bir önerim var, ben en azından bunu yapıyorum olumlu sonuç alıyorum.

çocuk bu mutlaka isteyecektir hamburger vs. siz tadına bakmasına izin verin ama ilk hamburgerini siz elden geçirin, tadını biraz bozun.

bunun haricinde kızınıza tarz yaptığını söyleyin, herkesten farklı yiyerek kendine özel bir tarzının olduğunu söyleyin. herkesten farklı olmanın çok güzel ve özel olduğunu hatırlatın.

yazdıklarım ne kadar işe yarar bilmiyorum, ama umarım işe yarar.

Adıyaman dan çok sevgiler

Bunu da Gulse Birsel yazmis, Food Inc. belgeseli ile alakali

http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/birsel/2011/01/09/kahraman_kurukahveci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder