3 Ocak 2011 Pazartesi

Beyrut

Tek kelimeyle bayildim Beyrut'a, ustelik daha goremedigim bir cok guzel yer var ve gece alemine hastalandigim icin hic giremedim ama yinede seni cok sevdim. Kursun izleri olan binalar, klisesi ve camisiyle yan yana duran tezatlarin sehri, savasin izlerini gordugunuz hem de hic gormediginiz ilginc bir sehir Beyrut. Fransizca,Ingilizce,Arapca konusuluyor.Sokaktaki insanlar bile uc dil biliyor. Hem cok medeni hem cok fakir, hem iyi egitimli, Durzi ve Ermeni halkiyla bir cok sifati bulabileceginiz renkli insanlarin oldugu Ortadogu'nun Paris' i bu unvani bosuna almamis onu anladim. Beyrut'a tekrar gitmeyi cok isterim, bu sefer sehrin disindaki yerlere gitmek ve sabaha kadar eglenmek istiyorum...


Ah Beyrut!

Zenginim ben.

Bir ‘Arap' tarafım var benim. Darbukayı, zili, udu duysun kalkar oynar hemen. Omuzları titretir, kalçasıyla sekiz yapar, elleri istemsizce kıvrıla kıvrıla yukarı kalkar. Bilmez miyim ben onu... En ufak nağme duysa, ruhunda girilmedik sokak bırakmaz. Derindir derin. O kadar abartabilir ki herhangi bir şeyi. Dili kıvrak. Net değildir kafası, her şey olabilir ona göre. Ona her şey yakın. Duygulardan korkmaz, üzerine ‘düşünce suyu' döküp söndürmez. Havalandırır alevini. Yanar cayır cayır. Hayat nedir. Bir içimlik şerbet, gitgide dumanlanan rakıdır. Alt göz kapağının içine çeker kalemi. Çekinmez hiçbir şeyden.
Bir de ‘Anglo' tarafım var benim. Bana dışımdan bakınca, ilk o görünür. Göz yanılması. Benimle bile bazen İngilizce konuşur. Ben teenager'ken çok yakındık. Odaya kapanır, saatlerce rock dinler, kafa sallardık. Onun vücudu başka hareket eder. Saçını başka türlü toplar. Başka kitaplar okur. Düşünür, bulur. İnceltmeye çalışır beni, törpüler aklımı. Bana medeniyet öğretir. Avrupa'yı, Amerika'yı öğretir bana. Japon kağıtlarına sarar. Onun yanında kendimi rahat bırakamam. Hep saate bakar. Yine de havalı olurum onunla. ‘Cool' kelimesi daha çok onun için sarf edilir. Alaturka şarkılarıma tahammülü yoktur. Bu iki tarafım benim zenginliğimdir. İstanbul onların evidir.
İkisini tuttum ellerinden, Beyrut'a götürdüm. Delirdiler, delirdiler. Biri koşarak camilere, kebaplara giderken, öbürü lounge çalan gece kulüplerine attı kendini. Beyrut, büyüledi beni. Bütün zenginliğimi ve fakirliğimi gördüm onda. ‘Şükür ki yıllardır barış var' dedi, Paris'teki Colette'e benzer butikteki çocuk. Oradan çıkıp, göğsüne kurşunlar, füzeler yemiş binaların yanından geçerken fotoğraf çektim. Niye çektim ki? İnsan hastanede, yaralıların fotoğraflarını çeker mi... Ne kadar acı, ne kadar neşe, ne kadar eski, ne kadar genç... Neresi burası, sarhoş etti beni! Music Hall'da yan masamızdakiler gibi Arapça şarkılar söylemek istedim Beyrut'a, Fairuz'dan söylemek istedim, arak içmek istedim sabahlarına kadar. Korniş'te güneş doğana kadar dağlarından.
Ben kimim ki onun yaralarını anlayacak, saracak? O yedi bin yıldır buradaydı, ben en fazla yetmiş yıl. Onun, zamandaki bir anını gördüm diye, onu anladığımı mı sandım? Tam tersi, içimdeki her hali, burada serbest bırakabileceğimi hissettim. Eski bir ud sanatçısının oğlu, babasının eşyalarından ‘Falamanke' diye bir yer açmış. Bahçesinde kahvaltı yaparken, bu esmer insanların benim dişimi değil de içimi, içimdeki o koca Arap'ı görmesini isterdim. Turist değilim, ben burayı biliyorum demek isterdim.
Seni görmeyeceğinden emin olarak baktığın, çok güzel bir canlıya benziyordu Beyrut. Umurunda değil, gözlerini dikip bakman. Öyle alışık ki. Öyle çok hayat söndü ki kucağında, öyle çok aşk başladı ki Eşrefiye'de... ‘Sen sadece buradan geçen birisisin' dedi bana rüzgarı. ‘Savaş görmedin, hiç sen evinde yemek verirken, karşıdaki bina bir bombayla dizlerinin üzerine çökmedi'... ‘Sen biliyor musun' dedi ‘sıfırdan başlamak nedir? Bir sevgiliden ayrılıp, saç boyatmaya benzemez, ölüp dirilmeye benzer.'
Kimse benimle daha önce böyle konuşmadı. Ben daha önce hiçbir şehirde bu kadar eskiye giden bakış, bu kadar yorgunluğa böyle dirilik görmedim. Beyrut başımı döndürdün gecelerinle, yine gelicem sana. Yine Arap olucam, yine Anglo.

Dibi tutmuş pilav gibisin Beyrut
Peşin peşin söyleyeyim, benim hatlar, yurt dışında kapanıyor.
Meğer beynimin kapsama alanı Türkiye sınırları içindeymiş.
Üç gram aklım vardı, çok şükür üçü de Beyrut'ta gitti yani.
Arkadaşım soru soruyor, benden cevap; "Haaa?".
Garson birşey söylüyor, benden cevap; "Haaa?".
E-postalar geliyor, okuyorum ama yüzümdeki ifade yine; "Haaa?".
Kopup gittim yani.
Kahvaltıdan kesildim.
Evimden kesildim.
Fikirlerden sürüldüm.
Mantıkla bölündüm.
Kalbime teslim edildim.

KADIN GİBİ KADIN 
Bir köşede oturup sadece Beyrut'a bakmak istiyorum.
Gerçekten tek isteğim bu.
Her karesinden büyüleniyorum.
Tek bildiğim bu.
Kırık dökük taksilerini, sarı binalarını, dışından perde sarkan balkonlarını, kendini modern zanneden alaturkalığını...
Hüzün kokuyor Beyrut...
Aynı zamanda aşk kokuyor, heyecan kokuyor... Dibi tutmuş pilav kokuyor.
Bir an fırından çıkmış sıcacık ekmek gibi, sonraki an çürük yumurta gibi...
Yalnız Beyrut. Aşmış gibi yapıyor ama kırgın Beyrut. Soruları da cevapları da yok Beyrut'un.
Onda sadece 'olmak' var.
Hani derler ya; "Kadın gibi kadın"
Beyrut. Hani şu savaşçı, dişi, şefkatli ama hırçın kadınlar gibi.
Raks ediyor Beyrut.
Umursamaz tavrıyla saçları uçuşurken yüzünüze bakıp aniden gülümseyerek içinize işleyen kadınlar gibi.
Şampuan değil, sabun Beyrut.
Puro değil, nargile.
Gündüzü turuncu, gecesi mor Beyrut'un. Gecesi yaramaz çocuk Beyrut'un.
Hep arifede, bayramdan bir gün öncede.
Takılı kalmış Beyrut.
CD değil taş plak Beyrut. Nostalji şarkılarının Best Of'u Beyrut.
Bir şey Beyrut, biri...
Hani rüyalar gibi, o çok eski filimler gibi... Doğduğum gün kalbime kazınmış gibi... Önceki hayat gibi... Sonrası yok gibi...
Yuvarlak kadın kalçasına konmuş nasırlı erkek eli gibi Beyrut.
Bir şey Beyrut, biri...
Tam tarif edemediğim, hep bildiğim biri...
HABİBİ DEDİKÇE... 
Romantik Beyrut, roman Beyrut.
İşte tüm bunlarından yüzünden unuttum kendimi, yaşadığım şehri.
Sistem çöktü.
Aklımda ne var ne yoksa hepsi silindi.
Bir uçağa bindim, dünyam değişti. Âşık oldum deli gibi. Hem bu şehre, hem de beni bekleyen o erkeğe....
O,"Habibi" dedikçe eriyorum her seferinde, ölesiye...
Rüzgar estikçe uzaklaşıyorum bildiklerimden, delicesine. Ah Beyrut, yaktın beni. Ah habibi ahhh!

Beyrut

Harista
Jeita Grotto
Byblos (Jbeil)-azraq diye bir restaurant varmis burada iyiymis.
Zouk Mekayal
Jounieh (Manuela restaurantin oldugu yer)
Gemayzed (for dinner and night life)
Little Further: Asr Moussa,Beiteddine,Baalbak and Masaya in Te’nayel (an hour far away)-burada winery varmis ve lunch yapiyorlarmis but only Sundays.(Mayssa soyledi)
Braumana-45 min by car-mountain
Mounir restaurant
Down town area, Verdun&Aswaaq
Night life: Music Hall,Mandaloun,White,Capitol,Library
Farayya-mountain,ski resort
Al Arz-mountain, in the north

2 yorum:

  1. Bu nasil güzel, tadi damaginda kalan bir yazi böyle....!!!! benim genlerdede var gecmisten kalan bir araplik. Ama yazi müthiiisss olmus!

    YanıtlaSil
  2. Canim medense yorumum cikmamis tekrar gonderiyorum ah o yazi bana ait olsa ne mutlu bir insan olurdum, keske o kadar guzel yzabilsem, bu yazi Nil'e ait ama hissettiklerimi daha iyi anlatamazdi, kendim dahil... optum

    YanıtlaSil