25 Kasım 2009 Çarşamba

Barcelona & Madrid

Ruya gibi bir sehir ancak orada yasayabilir miyim pek sanmam, herkesin aksine ben Madrid'i Barcelona'dan daha cok sevdim.

Barcelona
20-11-2009
21-11-2009
Casa Mila
Casa Batlio
Juan Miro-Muze-Montjuic
Castell de Montjuic-tepede olimpik stadium yakininda, teleferik ile ciktigimiz yer
Museu Picasso
Parc Guell
La Sagrada Famillia
Barrio Gotico-city center
La Rambia-city ecnter, bir cok pub,club etc
Poble Espanyol (village)
Port Olimpic
22-11-2009
Barceronatta Port Veil
Yemek-Bota Fumero-22-11-2009
Malloka-Goya
Passage de Gracia-shopping area, unlu magazalarin oldugu
Mall de Magnum
Liele

Hotel Melia? diye bir otelde kaldik ve cok guzeldi.
Salvador Dali muzesi, sehrin 2 saat uzakliginda,gidemedim o yuzden


Renfe tren ile Madrid'e gectik, hizli tren, ucuz degildi, 150 EUR falan idi galiba

Madrid
23-11-2009
Mercado San Miguel (sarap icip peynir yedigimiz yer)
Plaza Mayor-Plaza De La villa
Puerto del Sol-ayi heykelinin oldugu yer, sifir kilometrenin oldugu alan
Museo Sofia (Reina)-guzel buyuk bir muze
Jaz Bar-La Almudena Cathedral-iyi bir grup vardi, keyifliydi
Palace Royal Palace
24-11-2009
Park El Retiro(Porque De El Retio)
Botanic-Royal Botanical gardens
Casa America, Cibeles-Granvia
Real Madrid stadyumu
Chueca-Gay area-shopping, night clubs etc.
Goya
Velazquez (Molleka pastanesi var burada, iyi bir bolge, sik ve pahali)
Malloka-24-11-2009 yemek yedigimiz yer, Goya

Room Mate Mario'da kaldik iyi degildi otel.

Eglence: 22-11-2009 Flemengo show
                23-11-2009 Jazz Bar-Madrid
                24-11-2009 Salsa

Shopping Area: Passage de Gracia
Moll de Magnum
Liele
Near Meia otel-Av Diagnal
Madrid- Goya

Gece hayati muthismis ancak Deniz ile gun icinde o kadar cok yorulduk ki istedigimiz kadar cikamadik, sadece jaz bar ve salsa gecesine gittik ustunede hafta ici oldugu icin asil gece klublerine gidemedim, Madrid'e giderseniz hafta sonu oraya gidin ve sabaha kadar parti yapin!

Bunlarida not almisim gitmeden once
Barri Gotic & Las Ramblas- burda bir cok bar club var, Rita Blue on plaza Sant Agust- funky, pretty bar, restaurant ve club.
Try also Bosque de los Fades
L'Exiample-gayler cok varmis burda
More Magnum-This waterfront shopping center is half mall half club, from tecno to irish pub to salsa hersey varmis, pahaliymis.
Part Olimpic- nice in the summer when most of the bars have outdoors terraces open
Nira blau Tedidabo-Carlos tavsiye etti
Lu Vegas
Al Final Del Funicular

6 Kasım 2009 Cuma

Food Inc.

Food Inc.

Anne olduğumdan beri sürekli kabus gören biri gibiyim. Haberler bu korkularımı daha da tetikler oldu. Mesela; ‘Kızımı sapıkların elinden nasıl koruyabilirim?’ düşüncesi en büyük kabusum. Güzel ilişkiler kurabilen, çevresine ve insanlara karşı duyarlı, kendine güvenen, çok yönlü, bağımsız ve güçlü, iyi bir birey olarak kızımı nasıl yetiştirebilirim gibi uzun bir liste kafamı meşgul eder durur.

Bu listede önemli bir madde de onun ‘İyi beslenmesini nasıl sağlayabilir ve bu fast food denen junk food rezaletinden nasıl koruyabilirim?’, kafamı karıştıran büyük dertlerden biridir. 

Evde istediğim kadar sağlıklı yemek vermeye çalışsam da okula gittiği andan itibaren kızım dış tehlikelere açık hale gelecek.

O kadar sağlıksız yaşayan çocuk var ki, tabi anne-babalarının sayesinde. 

Kızım arkadaşlarının yediklerinden, içtiklerinden denemek isteyecek, ne yapacağım arkadaşları, McDonald’s hamburger yerken önüne ıspanak mı koyacağım?

Bu seferde zalim çocukların alay konusu olacak (Alay edilmesi gereken onlar ya anlatın işte siz bunu o küçük beyinlere.) Kafamda bu soru beni bir süredir yiyip didikliyor. 

Obezlik büyük bir sorun biliyorsunuz özellikle Amerika ve İngiltere’de. Maalesef hormonsuz sebze meyve tadını alamadan büyüyen çocuklar için, bu zararlı ve lezzetli(!) yiyecekler büyük tehlike.

Neyse ki en azından bu sorunuma bir çözüm buldum. 

En azından kendimi çaresiz hissetmiyorum.

Abu Dhabi film festivalinde gösterimde izlediğim “Food Inc.” adlı belgesel kafamda bir şimşek çakmasına neden oldu. 

Ne kadar rahatladım bilemezsiniz.

Önce belgeselden bahsedeyim.

Kısaca belgeselde yemek sektörünü bir kaç firmanın eline geçirdiğini ve onlar ne isterse çiftçileri de o şekilde yönettiğini, daha fazla kazanmak için sağlığımızla nasıl oynadıklarını anlatıyordu. Normal yetişme süresinden daha hızlı büyüyen, gün ışığı görmeden, yürüyecek alanı olmayan kapalı alanlarda yetişen tavukların görüntüsü içler acısıydı. 

Sürekli antibiyotikli, hormonlu yiyeceklerle beslenen tavuklar kısa sürede gövdelerini taşıyamayacak hale gelip yere yıkılıyorlar sonra onları kesip, paketleyip, afiyetle bizlere sunuyorlar.

Sadece sağlığımızla oynadıkları yetmiyormuş gibi hayvanlara da eziyet ediyorlar. 

Bu şirketlerin zararı bununla kalmıyor, kaçak işçileri kötü koşullarda ucuza çalıştırıyorlar.

İnsan sağlığına önem vermeyen zihniyet tabi ki çevreye de büyük zarar veriyor.

Sektörü ele geçirdiklerinden, çiftçiler yaşamak için boyun eğmek zorunda kalıyorlar bu şirketlerin her türlü taleplerine… 

Belgesel için konuşmayı reddeder hale getirilecek kadar korkutulup, sindirilmişler.

Sonra bu şirketlerin Amerika parlementosundaki yakın ilişkileri ve bağlantıları ürkütücü şekilde açıklanıyor.

Anlayacağınız büyük ve önemli bir sektörün nasıl aç gözlü, para ve güçten başka amaçları olmayan kötü insanların elinde oyuncak olduğu ve geleceğimizle oynadıkları gözler önüne seriliyor, anlatılıyor.

Belgeselde çocuklu fakir bir aile 1-2 dolara karınlarını doyurabildikleri için fast food zincirlerinden isteseler bile vazgeçemeyeceklerini anlatıyor. 

Aynı bütçeyle sağlıklı beslenmeye kalkıştıklarında organik brokoli bile alamıyorlar. 

Zaten amaçlarına bu şekilde ulaşıyorlar. 

Eskiden doğal, ucuza aldığımız sebzeler artık ikiye ayrıldılar: “Ucuz, hormonlu, sağlıksız sebzeler”, pahalı organik sebzeler”.

Nasıl birden her şeyin doğalı için 3-5 kat daha fazla para verir hale geldik?

İşin en acı tarafı ise, daha ucuz ve pratik diye yöneldiğimiz bu yiyeceklerin aslında sağlığımızı bozup maddi manevi daha büyük hasara neden olması. 

Genç yaşta birçok diyabet hastası var günümüzde.

Ucuz olduğu için tercih edilen fast food’un aslında sağlığımızı bozarak bütçemize daha fazla zarar verdiğini gözler önüne seriyor bu belgesel.

Buradan karlı çıkan tek kesim ise sağlık sektörü olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Belgesel bu iki sektör arasındaki düşündürücü ilişkiden de bahsediyor zaten.

Belgeselin en ve tek güzel kısmı sonunda verdiği mesajlardı: 

Bu gidişe dur diyebilir sağlığımızla oynayanları durdurabiliriz seçimlerimizle. 

Onları değiştirebilmek, sağlıklı beslenme hakkını istemek bizim elimizde. 

Nasıl sigara şirketlerine karşı bu mücadeleyi bizler kazandıysak bu yemek şirketlerine en ucuz en kolay ve hızlısını istiyoruz ama ayrıca en sağlıklısında da ısrar ediyoruz mesajını göndermek, sağlıksız yiyecekleri satın almamak, aldığımız her ürünün içinde ne olduğunu öğrenmekte ısrar etmek, paketlerin arkasındaki etiketleri okumak bizim elimizde.

Yemek alışkanlığımızı değiştirerek

Ailemizle birlikte yemek pişirip, birlikte yiyerek

Çocuklarımıza sağlıklı beslenme çantaları hazırlayarak

Okuldaki kafeteryaları sağlıklı yiyecekler satması için baskı yaparak

Kendimizi ve çocuklarımızı koruyabiliriz.

Belgesel hakkında daha fazla bilgi için linke göz atın.

Benim bulduğum çözüm ise şu:

Kızıma bu belgeseli aklının ilk yattığı anda, onu korkutmadan izletmek ve bunun gibi bize gerçekleri yüzümüze olduğu gibi çarpan, eğitici, bilgilendirici belgesellerden kendime en kısa zamanda bir arşiv yapmak. 

Anne ve babaları dinlemeyi sevmeyen asi çocuklar için bu belgeselleri izlemenin ve kendilerinin neyin iyi neyin kötü olduğuna karar vermelerinin daha etkili olacağını düşünüyorum.

Ne kadar çok çocuğu iyi yetiştirirsek o kadar çok çocuklarımızı koruma altına almış oluruz.

Bu yemek alışkanlığı ile sınırlı kalmayıp, çevremizi nasıl ve neden temiz tutarız, neden spor yapmalıyız, sigara ve uyuşturucunun zararları nelerdir gibi bilinçli bireyler olmak için bize gerçekleri en çarpıcı biçimde aktaran belgeselleri toplamak ile devam edecek.

Size aşağıda arşivimde yer alacak belgesel isimlerini veriyorum. Sizin önerilerinizi de merakla bekliyorum.

Food Inc. 

Plastic Planet 

Earth Whisperers Mother Earth (Earth Whisperers Papatuanuku)

Belgesellerin benim ve kızımın hayatını kurtarmasını umut ediyorum… 

NOT: Gazetelerden genetiği değiştirilmiş yiyeceklerin Türkiye’ye sokulmasına izin verildiğini okudum. Hangi ülke vatandaşına bu kötülüğü yapar? Üstelik öyle güzel bir ülkede yaşıyoruz ki, istese kendi kendine yetecek ürünü yetiştirebilecek nadir ülkelerden biri ve bu ülkede her şeyin doğalını yetiştirmek mümkün iken!

Sizleri Yılmaz Özdil’in bu konuda yazdığı muhteşem yazısıyla baş başa bırakıyorum. Okumak için tıklayın.

Haftanın Kitabı: Why Men Love Bitches

Haftanın filmi: Precious (Bu filme dikkat, Gabourey Sidibe müthiş bir performans sergiliyor,2010 Oscar’ına aday olması bekleniyor)

Haftanın şarkıları: Get Me Bodied, Did It Again

Nilgün
2009-11-06
Bu yazı 11360  kez okundu.

Yorum: 11.02.2010
Hello Nilgun;
i just wanted to say that you're definitly a great person, professional & doing great in writing your articles.. Keep it up.
Yorum: 09.11.2009
nilgün hanım ben sağlıklı yemeklerden çok, okula gidince nasıl bir ortam da olacak, kiminle arkadaşlık kuracak, bu bozuk toplumda ahlakını koruyabilecek mi diye düşünüyorum kahroluyorum.

sağlıklı beslenmek de hemen sonrasında geliyor.
size bir önerim var, ben en azından bunu yapıyorum olumlu sonuç alıyorum.

çocuk bu mutlaka isteyecektir hamburger vs. siz tadına bakmasına izin verin ama ilk hamburgerini siz elden geçirin, tadını biraz bozun.

bunun haricinde kızınıza tarz yaptığını söyleyin, herkesten farklı yiyerek kendine özel bir tarzının olduğunu söyleyin. herkesten farklı olmanın çok güzel ve özel olduğunu hatırlatın.

yazdıklarım ne kadar işe yarar bilmiyorum, ama umarım işe yarar.

Adıyaman dan çok sevgiler

Bunu da Gulse Birsel yazmis, Food Inc. belgeseli ile alakali

http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/birsel/2011/01/09/kahraman_kurukahveci

19 Ekim 2009 Pazartesi

Erkeklerin Son Kullanma Tarihi Olmalı

Erkeklerin son kullanma tarihi olmalı

Galiba dışarıda ne kadar çok berbat erkek olduğu konusunda hemfikiriz.

Buna rağmen hala bu erkeklere olan büyük talebin nedenini hep merak etmişimdir.

Kapış kapış gidiyorlar, tutanın elinde kalıyorlar.

Sonra bu kadınlar toplanıp kocalarını nasıl ayarladıklarından keyifli keyifli bahsediyorlar.

"Ay sen de çok zekiymişsin, tam şeytansın senden korkulur valla."
Duyan da "ayarladıkları" erkeklerin bir Alain Delon, Robert Redford, Daniel Craige, Chris Noth, Michael Vartan, G. Skycity olduğunu falan sanır. (Evet hepsini beğeniyorum!)

Arkasından partnerler çekiştirilmeye başlanır.

"Bizimkisi tam bir huysuz, evle hiç ilgilenmiyor, çocuğun ağlamasına bile dayanamıyor.” 

“Eskiden özel günlerde bana arada bir güzel hediyeler alırdı artık onu bile yapmıyor.” 

”Gözü sürekli dışarıda, eve hep geç geliyor, gelince de benden daha çok gördüğü TV’nin karşısında sızıyor" gibi uzatılabilecek binlerce şikayet senaryoları...

Benim bazı sorularım var, onları aşağıda sıralıyorum.


Cevaplarınızı çok merak ediyorum, çünkü ben de bilmiyorum. 

Neden o berbat erkeklere aşık oluyoruz?

Ve neden üç-dört yıl flört ettiğimiz hatta aynı evde yaşadığımız halde hala farkına varamıyoruz ki biz evlenirsek bu adam bizi mutlu edemeyecek ya da evlendikten sonra asla değişmeyecek?

Bunu bile bile neden razı geliyoruz? Neden aza kanaat ediyoruz?

Bekar-mutsuz olmak mı daha kolay, evli-mutsuz olmak mı? 

Erkekler neden bekarken kadınları mutlu edebiliyorlar da evlendikten sonra aynısını başaramıyorlar? 

Bir erkeği tanımak için kaç yıl gerek? 

Bir adam beş yıl önce ne ise beş yıl sonra aynı mıdır? Değilse ne değişir?

Çocuk sahibi olduktan sonra, erkeğin duygusuz, anlayışsız bir yaratığa dönüşmesi arasında nasıl bir ilişki vardır?

Mutsuz/mutlu evli olup kirli çoraplardan şikayetci olmayan kadın var mıdır? (Şebom’un önemli bir sorusudur, üzerinde durulmalıdır.)

Yoksa erkekler hep aynı, değişen kadınlar mıdır? Karmaşık, çözülmesi ve anlaşılması güç olan bizler miyiz?

Erkekler kadının renkli iç dünyasında kopan fırtınaları anlayacak, onların ilgi ve şefkate aç (tüm suç hormonlarda!) yürek ve bedenlerine cevap verecek şekilde programlanmamışlardır ve bunun hiç bir tedavisi yok mudur? 

Erkekler tedavisi mümkün olmayan karşı cinsiyet midirler? 

Yoksa kadınlar hayata hep 1-0 yenik mi başlar, sürekli yıkılan evlilikler, aldatılan, dövülen aşağılanan kadınları görerek geçen bir yaşam bize "bundan daha iyisi yoktur" umu aşılıyor farkında olmadan bilincimizin en derinliklerine? 

Daha iyisini bilmiyoruz, yok olduğuna mı inanıyoruz?

Buradan erkeğine göre her üç-beş yılda bir hayat arkadaşını değiştirmek gerektiği anlamı mı çıkıyor? 

Erkeklerin de yiyecekler gibi son kullanma tarihleri mi olmalıdır? 
Ürün çeşidine göre nasıl kullanma süresi değişiyorsa, erkeğin özelliklerine göre de değişsin mesela bu süre.

"Aaaa senin son kullanma tarihin gelmiş sevgilim, ben diyorum neden bu adam sinirlerime dokunmaya başladı diye!"

O zaman şu tip ilanlar neden olmasın?

"Son kullanma tarihine 6 ay kalmış sevgilim en az 2 yıllık kullanma tarihi olan erkekle değiştirilir, üstüne de 2008 model çanta verilir. 6 ay kullanma süresi kalmış başka bir erkek ile değiştirme de yapılabilir."

Ne demişler: “Birinin çöpü, diğerinin prensi olabilir.” Ne dersiniz?

Haftanın kitabı: Destina

Haftanın filmleri: Goodbye, How Are You?; Pandora’nın Kutusu

Haftanın şarkısı: Safe In These Arms

Nilgün
2009-10-19
Bu yazı 5035  kez okundu.


Yorum: 19.11.2009
Nilly dogum gunu yazini bulamiyorum ;(( HELP!
Yorum: 01.11.2009
İlginç bir konu seçmişsin Nillycim.
Bence sorulması gereken ilk soru, neden berbat erkekleri seçeriz ve hayatımıza dahil ederiz? Bu arkadaşlar evlenmeden önce muhteşem de biz kadınlar mı onları bozuyoruz evlendikten sonra? Yoksa evlenmeden önce farkettiğimiz "bu adam sana yaramaz kızım" sinyallerini görüp sırf yalnız kalmama adına riski göze alıp bu odundan süper mobilya çıkarırım sadece biraz yontmam gerekir mi diyoruz? Gözardı ettiğimiz önemli bir nokta var: her ağacın odunundan mobilya yapılmaz, yapılsa da uzun ömurlu olmaz.
İkinci soru, neden yalnız olmak, evlenememek kadınları bu kadar korkutuyor? Ki bu korku kadınları yanlış seçimlere itiyor.
Söylenecek çok şey var, ama benim düşüncem ilişkilerin son kullanma tarihi olduğudur. Bu tarihi de kadınla erkeğin davranışları, anlayışları ya da anlayışsızlıkları belirler.

Öptüm
Zehra
Beantwortet von nilgun05.11.2009
Selam ZEHRA, Yontma- mobilya benzetmene bayldım. Evet galiba yalnız kalma korkusu, toplumun evde kaldın psikolojisi ve erkeklerin genç kadınlarla evlenmeyi tercih sebepleri bizleri acele ettirip sağlıklı düşünmemize engel oluyor galiba. Zaten 30'una gelmeden ne istediğini bilen bir kadın varsa aferin ona. 30'dan sonra da yaşıtlarınla evlenmen hayal oluyor. O da ayrı bir yazı konum, yakında geliyor. Öptüm
Yorum: 21.10.2009
nilgün, evet evet son kullanma tarihi olmalı... hatta daha ileri gidip evliliklerin de bitiş ve yenilenme tarihleri olmalı. insanların kendilerini ve karşılarındakileri gözden geçirip değerlendirdikleri... of, bu konu öyle uzun ve derin ki... ama ellerine sağlık yazını çok sevdim... kadınların bu beş para etmez adamları neden allayıp pulladıkları sorusu benim de kafamı karıştırıyor... ama cevabım şimdilik yok... öpuyorum seni... zeynep
Yorum: 19.10.2009
Nilgün hanım, yazılarınızı büyük bir keyifle takip ediyorum. Bu yazınızı da her zamanki gibi büyük zevkle okudum. Ayrıca çok doğru söylemişsiniz, birinin çöpü diğerinin prensi olabilir... ama bir prensi bulana kadar da bir sürü kurbağayı çıkmasın da :)
Beantwortet von nilgun19.10.2009
Denise Hanım (hayrola çok formal takılıyoruz), maalesef bir sürü kurbağa öpmek gerekiyor bu devirde prensini bulabilmen için. :) Öptüm
Yorum: 19.10.2009
Nilgüüüüüün bayıldım bu yazına.

Erkeğin son kullanma tarihi olmalı mı?

OLMALI tabiii ki!

Ona göre seç al......:-)))

hassas bi konuya değinmişsin, hatta dünyanın ana sorunundan bahsetmişsin, ama malesef canım sanırım bu sorularına cevap veremeyeceğim. Kendin cevaplamışsın zaten:

Yoksa erkekler hep aynı, değişen kadınlar mıdır? Karmaşık, çözülmesi ve anlaşılması güç olan bizler miyiz?

Ama suna kisaca cevap veriyorum, evet bile bile kanat geriyoruz, çünkü farklısı mümkün değil. Mümkün olmadığını da son kullanma tarihi geldiğinde anlıyoruz, her değiştirebileceğini sanan kadın hiç bir erkeği değiştiremiyeceğini bir gün anlıyor ve hmm demek ki Nilgün'ün dediği gibi tedavisi olmayan bir hastalıkmiş diyor. Ama acaba bize hangi tedavi işler o da mechul:-)

Nasıl bir armut elmadan anlamadığı gibi, erkekler de kadınlardan anlamıyor, ve tam tersi de öyle.....

Helal sana, bu senenin sözü ERKELERİN SON KULLANMA TARİHİ!!!!

Buna kitap bile yazmalısın Nilgün....

Akşama benimkini ters çevirip, son kullanma tarihine bi bakacağim.... Olmadı Türk işi yapıp ambalajını değiştirip, son kullanma tarihini sürekli yeniliyeceğim. :-))) Türk değil mi? Düzenbazlık olmadan olmaz. :-)))))
Beantwortet von nilgun19.10.2009
Ha ha seni tatlı düzenbaz seni. Ambalaj değiştirmeyle oluyorsa bu iş, ben de varim. :)