Bu konuyu her hatırladığımda derin bir: "Offf!" çekerken buluyorum kendimi.
Anlatmak istiyorum ki bir kişiye bile yardımım dokunursa biraz teselli bulacağım. Benden daha kötü deneyimi olanların varlığının farkındayım. Mesela bebeğine hiç süt veremeyen anneler olduğunun ya da annesinin kokusunu hiç alamayan bebeklerin varlığının da ve inanın bu beni çok üzüyor. Ancak ben de kendi çapımda üzücü bir dönem yaşadım ve elimdeki fırsatı değerlendirememiş olmanın vicdan azabını çekiyorum. Hikayem şöyle başlıyor. Karşınızda iki ana karakter: Bir adet, yara olmuş göğüs uçları yüzünden canı acıyan, şımarık, deneyimsiz anne ve ağzı sürekli meme arayan, (Ben ona–sucker- diyordum.) emme hastası, aç bir küçük canavar. Sütüm doğumun beşinci gününde gelebildi. Dört gün boyunca benim küçük canavar boş memeyi emdi durdu, tabii hem aç kaldı hem de canımı yakmaya başladı. Bir yandan sütüm gelsin diye sürekli pompa yapmaya başlamıştım. Sağmak başlangıçta, hem canımı acıtmıyordu hem de dışarı çıkma özgürlüğü veriyordu. Yavrum anne sütü içiyor, 3.5 aylık doğum izni bitmesin diye dua eden anne de arada dışarı çıkıp keyfine bakabiliyordu. Anlıyacağınız ilk başlarda gayet mutluydum. Annemin tüm itirazlarına karşı gelerek: "Nasılsa anne sütü içiyor, ha sağmışım ha emzirmişim ne gereği var acı çekmeye." diye cahil cahil konuşuyodum. Bir zaman sonra güğsümde tıkanıklar olmaya başladı, saatlerce sağdığım halde açılmayan süt kanallarım kızımın iki dakika emmesi ile açılmaya başlıyordu. Sonra o daha büyümüş ve ben emzirme işini öğrenmeye başlamıştım. Biberon yıkayıp sterilize etmekten bıkmıştım. Tüm uzmanların avaz avaz söylediği mantığa ben de geldim. Emzirmek hem anne hem bebek için en sağlıklı, dünyanın en güzel duygularından biriydi. (Bunu ne ilk ne de son duyuşunuz olacak.) Üçüncü ayın sonlarına doğru ben nihayet emzirmenin tam tadına varmıştım ki bir gün kızım emmeyi bıçak gibi kesti. Geri dönüşü olmayan bir bırakış. Aç bıraktıysam da emmeye ikna edemedim. Çıldırcam ama ne yaptıysam olmadı, ağzına aldığı anda bağırmaya başlıyordu. İlk önceleri biberona alıştığı için vazgeçtiğini düşündüm. Aklıma başka bir olasılık gelmedi. Sonradan yine yaşadığım bazı rahatsızlıklardan dolayı gittiğim emzirme uzmanları açılan göğüs ucundan giren mikropların enfeksiyona neden olup süt kanallarını tıkadığını (Mantar kapmışım.) ve emzirirken kızıma da bulaştığı için ona cok acı verdiğinden emmeyi kesmiş olduğunu söylediler. Zaten işe başlamış, artık biberona alışmış kızım için dönüşümüz maalesef ol-a-madı. Hem sağlığım için, hem fazla sütümle ikinci bir bebeği rahatlıkla besliyebileceğim için, hem daha fazla sütüm olması için, hem de annesinin sevgisinden uzakta büyüyen bir çocuğu düşündükçe içim parçalandığı için kimsesiz çocuk yurdundan bir bebek bulup, emzirmenin zevkine devam etmek istedim. Sanki bu ülkede her şey çok kolaymış gibi. O kadar araştırdım ki, araştırmalar sonucunda Çocuk Esirgeme Kurumu’nun gözlerden uzakta, çölün ortasında bir yerlerde ve ziyaretçilere kapalı olduğunu öğrenebildim sadece. Telefonlara asla cevap vermediği gibi buranın yerli halkı bile yerini bilmiyor, hiç ziyaret etmemişler. B.A.E.’nde sakat çocuklar, kimsesiz çocuklar toplumdan saklanırmış bunu da yeni öğreniyordum. Vazgeçmek yok. Madem kimsesiz bir çocuğu doyuramıyorum ben de gittim ziyaret ettim tek tek tüm doğum hastanelerini. "Bana Allah rızası için doğum sırasında annesini kaybetmiş bir bebeği verin emzireyim." dedim. Hem şaşırdılar hem teklifimi cömert buldular lakin: "Bunu yapabileceğimizi sanmıyoruz." dediler eve beni eli boş gönderdiler. Süt bağışına yerli halk sıcak bakmazmış. Peh! Hala pes etmiyorum. Abu Dhabi anne sitelerinde ilan vermeyi düşündüm fakat bu kadar geniş bir kitleye bunu ilan etmek başımı ağrıtabilir diye vazgeçtim. En son artık bir psikopat gibi bebeği olan her kadının yanına tatlı tatlı yaklaşıp biraz sohbet ettikten sonar: "Sütün var mı, yoksa ister misin?" diye soruyordum. Sanki uyuşturucu teklif etmişim gibi donuyorlar: "Yok sağol..." deyip kaçıyorlardı. Haklılar, ben olsaydım ben de sıcak bakmazdım bu teklife fakat bir çok anne süt bağışına olumlu yaklaşıyor olmalı ki Amerika’da süt bankaları kurulmaya başladı ve hatırlarsanız Çin’de bir sürü çocuğu hasta eden hazır süt rezaletinden sonra para karşılığı süt anneleri kiralanmaya başlanmıştı. Bir gün benim süt broker Denise aradı: "Fazla sütün var mı?" dedi, bir haftalığına bile olsa bir çocuğu beslememe aracılık etmesi dışında onca süt heba oldu. ("Doğum izni sonrası işe dönmek." başlıklı yazımda detaylarını okuyabilirsiniz.) Bunca felaketten Sena’ya bir süt kardeşi kazandırabildim hiç değilse. Felaket bunun neresinde mi diyorsunuz? Daha bitmedi ki çilem... Süt bağışı yapamıyorum, ben de tüm sütümü kızıma saklarım olur da bir gün sütüm biterse en az bir yaşına kadar anne sütü vermiş olurum diye aldım koca buzluğu başladım depolamaya. Buzluk taştı arkadaşlarımın buzluğuna koymaya başladım. Bir gün bir arkadaşım: "Taze sütün varken donmuş süt mü veriyorsun kızına?" dedi düşündüm ve ona hak verdim. Buzlukta saklama süresi sanki büyük bir bilimsel araştırma gerektiriyormuş gibi kimine göre 3 ay kimine göre 6 aydı. Kime inanacağımı şaşırmıştım. Risk almaya gerek yoktu, 3 ayda karar kıldım. Hasılatı buzluğunda saklayacak arkadaş kalmayıp, kimseyi dondurma niyetine yemeye ikna edemeyince, (Domuz gribine birebir ilaç reklam çalışmalarım da işe yaramadı. Bu arada kendi sütünün tadına bakma cesareti gösteren var mı? Ben gösterdim tadı tatlı, "Iğğğ..." diyenleri duyar gibiyim. Ne yapayım benim gibi meraklı biri denemese ömür boyu pişman olacaktı, mecburdum!) anne sütü ile yoğurt yapma girişimlerim de başarısızlıkla sonuçlanınca, (Maalesef anne sütünden yoğurt yapılamıyor.) üçüncü ayın sonunda başladım sütümü torba torba çöpe atmaya! Aklıma geldikce çığlık atmak istiyorum. Tüm bunlar olup biterken stresli işime dönmüş, annemi Türkiye’ye göndermiş ve kuzumu bir yabancının ellerine teslim etmiştim. Eskiden seans başı on dakika süren sağım işlemim bir saatte bitmez olmuştu. Sütüm bitmesin diye dört kez sağıyordum, günde dört saatim sağmakla geçiyordu. Geceleri hala 5-6 kez kızımı beslemek için kalkmaya devam ediyordum. Uykusuz, yorgun ve mutsuzdum. Sürekli mastitis oluyordum ve ilaç almadan geçmiyordu. Her canım yandığında, "Sütümün son damlasına kadar sağacağım, herşeye katlanacağım." diye kendimi gaza getiriyor ve hırs yapıyordum. Ne yazık ki ben yedinci ayın bitiminde daha fazla devam edemedim. Karşınızda resmini gördüğünüz bu verimli inek, altın yumurtlayan tavuğu keser gibi sütünü kesti, pes etti. Son zamanlarda sütüm azalmaya başladığı için talep arzı ucu ucuna karşılayabiliyordu. O yüzden buzluğa daha fazla süt atamaz olmuştum. Daha önce doldurduklarımın ömrü bittiği için ben bir buzluk dolusu sütün hepsini kahrolarak atmak zorunda kaldım. Sırf depolamak için aldığım şu an satmaya çalıştığım buzluğa mı acıyayım, kızımın istese bir yıla kadar idare edecek sütünü çöpe attığıma mı, başka bir çocuğa faydam olamadığına mı, harcadığım saatlere mi, çektiğim acılara mı, aldığım pahalı süt torbalarına mı, onları etiketleyip, elektriğin kesilmemesi için dualar ederek sakladığıma mı yanayım? En çok hangisine yanayım siz bana söyleyin lütfen. Pınar Reyhan’ın kendi emzirme deneyimini okuyunca o günlerimi hatırladım, yazıp içimi dökmek istedim. (Sizlerin teselli sözlerinize ihtiyacım var galiba.) Sırf emzirmenin tadına doya doya varabilmek için ikinci çocuğu doğurabilirim! Eyvah Ramazan bitti! Bu benim için kötü bir durum çünkü ben Ramazan ayını bu ülkede daha çok sever oldum. Bir kere zaten yavaş olan hayat Abu Dhabi’de daha da yavaşlar. Bu çalışan bir anne için harikadır. İş mesai saatleri kısalır. Benim bir türlü uygulama şansım olmasa da çalışma saatleri 9.00-15.00 arasına iner. Bazen üç buçukta çıkığımda kimsenin karışamayacak olması bile güzeldir. Bazı işyerleri abartıp saat birde paydos verdikleri de oluyor. Bu ülkede devlet dairelerinde çalışmak lazım. Çalışma koşulları mükemmeldir, az iş, iyi para, kısa mesai... Kötü tarafı hiç bir restoran ve kahvenin açık olmaması. İftar saatine kadar kesinlikle dışarıda, işyerinizde yemek yemeniz yasak, hapis cezası var. Su bile içemezsiniz. Gelen turistler kaldıkları oteller ve turizm şirketleri tarafından uyarılır. Müslüman olmayanlar bazı otellerin perde ile kapatılarak gizlenmiş restoranlarında ya da evlerinde yiyebilirler yalnızca. Tüm mağazalar ve restoranlar Ramazan indirimine ve promosyonlarına başlarlar. İftar saati her yer tenhalaşır, trafik azalır, araba gürültüsü kesilir. Zaten "İnşallah"a kalmış tüm işler tamamen Allah’a bırakılmıştır. İftardan sahura kadar şehir uyumaz, arapların "Shisha" bizim "Nargile" dediğimiz kahvehaneler, Ramazan çadırları geleneksel yemekler ve insanlarla dolup taşar. Oruç tutmasanız bile otellerin o güzel iftar açık büfelerinde kendinizden geçersiniz. Anlayacağınız burada oruç tutmak çok kolaydır, hem de keyiflidir. Herkese nice iyi bayramlar... Haftanın Filmi: Bu evrendeki en tehlikeli yaratık "insandır" tezimi ispatlayan Eden Lake ve District 9 Haftanın Şarkıları: Shewolf, Viva La Vida, Paparazzi Haftanın Kitabı: Tabii ki Aşk... Hala okumayan kaldı mı?(Umarım sarkastik olduğum anlaşılıyordur). Nilgün | ||||||||
2009-09-25 | ||||||||
Bu yazı 5375 kez okundu. | ||||||||
|
25 Eylül 2009 Cuma
Deneyimsiz Annenin Emzirme Cilesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder