Nil'den muhtesem bir yazi daha...
Size de oluyor mu?
Bazen, hatta sık sık, hayatın bana bir şey demeye çalıştığı hissine kapılıyorum.
Hani tanımadığımız halde bize tuhaf mimikler yapan, kaş göz oynatan birine “Afedersiniz bana bir şey mi demeye çalışıyorsunuz?” deriz ya, onun gibi aynı.
Sanki bir mesaj geliyor. O belli. Gün gibi ortada. Da. Ben şimdi buna basıp nereye zıplamalıyım? Bu denilen neye bağlanacak? Rüya tabiri gibi, bir çözücü mü damlatılmalı? Hazineye giden yol buradansa, ben bu bilgiyle napayım? Daha da önemlisi, eğer bir “doğru yol” varsa, bunlar onun işaretleri mi? Bu ve daha nice sorunun cevabını araştırmak üzere, son deneyimimi anlatayım.
Bodrum’da, bir arkadaşımızın evinde, Panamalı, dünya tatlısı bir psikiyatristle tanıştım. Freudyan terapi yapan güzel bir kız. Bu konulara dalmayı sevdiğimden, her şeyin suçlusunun muhakkak “anne” çıktığı bu aleme daldım. Bilinçaltı, öyle kolayca kaldırılıp bakılacak yer değil. Freud’a göre, basınç var. Bence de var. Hele en son, anılarımızı bile uydurduğumuza dair bir kitap okuduktan sonra buna iyice inanır oldum.
Sohbetinde, yaşadığı bazı unutulmaz hikayeleri anlatıyordu. Bir noktada kendisinin de eğitimi gereği düzenli terapiste gittiğini söyledi. Sonra aynen şöyle dedi: “Bir divana uzanıp terapiste bakmamakla, koltukta oturup yüz yüze konuşmak arasında çok fark var. Karşındakinin yüz ifadelerini görmediğinde, bilinçaltına inmen daha kolay oluyor. Uzanmakla da ilgili bir şey. Yatay pozisyonda kavga edilmiyor. İster istemez insanı sakinleştiren bir şey uzanmak. Hiç yan yana yatıyor olduğunuz biriyle, yatay hali bozmadan kavga ettiğinizi hatırlıyor musunuz?” (Sahneyi burada keselim)
İki gün sonra “Are you my mother?” diye bir çizgi roman okumaya başladım. Bilmiyorum belki çok “anne” lafı geçti diye başlığa yönelmiş olabilirim.
Romanda bir yazar var. Hikayenin bir yerinde terapiste gidiyor. Uzanıyor. Ve aynen şöyle diyor: “Terapiste bakmadan, yatar pozisyonda olmak, bilinçaltına girişi kolaylaştırıyor!”
Benim bu cümleyi iki gün arayla bu kadar alakasız iki yerde duymuş olmam, ister istemez tüylerimi ürpertti. Niye hayat bu cümleyi tekrar etti? Cevabı şöyle verdim: Demek doğru kitabı okuyorum. Demek doğru yoldayım. Demek yön burası, buradan gideyim. Bu kitabı bitireyim. Panamalı kızla, bir kitabın kesişim kümesindeki ortak bir cümlenin beni savurduğu en uzak düşünceyse şu: Bir şey öğrenmek üzereyim.
Uzatmayayım. Ben bu kitaptaki bir başka cümleyi, bir arkadaşıma söyledim.
Konular konuları açtı ve güzel bir cümle duydum: “Evet kötü bir anne değilim, ama harika olduğumu söyleyemem. En azından bir şeye çok dikkat ediyorum. Çocuklar bir yanlış yaptıklarında, asla karakterlerine saldırmam. Onları aşağılamam. Yaptıkları şeye saldırırım. Çünkü kişilikte delik açmak tehlikeli. Halbuki yapılan şey, yapılmayabilir. O bir sabit değil, o bir hareket.”
Cümlenin öznesini “herkes” yaptım.
Ve güzel bir yere vardım.
Siz de buraya hoş geldiniz.
Sanki bir mesaj geliyor. O belli. Gün gibi ortada. Da. Ben şimdi buna basıp nereye zıplamalıyım? Bu denilen neye bağlanacak? Rüya tabiri gibi, bir çözücü mü damlatılmalı? Hazineye giden yol buradansa, ben bu bilgiyle napayım? Daha da önemlisi, eğer bir “doğru yol” varsa, bunlar onun işaretleri mi? Bu ve daha nice sorunun cevabını araştırmak üzere, son deneyimimi anlatayım.
Bodrum’da, bir arkadaşımızın evinde, Panamalı, dünya tatlısı bir psikiyatristle tanıştım. Freudyan terapi yapan güzel bir kız. Bu konulara dalmayı sevdiğimden, her şeyin suçlusunun muhakkak “anne” çıktığı bu aleme daldım. Bilinçaltı, öyle kolayca kaldırılıp bakılacak yer değil. Freud’a göre, basınç var. Bence de var. Hele en son, anılarımızı bile uydurduğumuza dair bir kitap okuduktan sonra buna iyice inanır oldum.
Sohbetinde, yaşadığı bazı unutulmaz hikayeleri anlatıyordu. Bir noktada kendisinin de eğitimi gereği düzenli terapiste gittiğini söyledi. Sonra aynen şöyle dedi: “Bir divana uzanıp terapiste bakmamakla, koltukta oturup yüz yüze konuşmak arasında çok fark var. Karşındakinin yüz ifadelerini görmediğinde, bilinçaltına inmen daha kolay oluyor. Uzanmakla da ilgili bir şey. Yatay pozisyonda kavga edilmiyor. İster istemez insanı sakinleştiren bir şey uzanmak. Hiç yan yana yatıyor olduğunuz biriyle, yatay hali bozmadan kavga ettiğinizi hatırlıyor musunuz?” (Sahneyi burada keselim)
İki gün sonra “Are you my mother?” diye bir çizgi roman okumaya başladım. Bilmiyorum belki çok “anne” lafı geçti diye başlığa yönelmiş olabilirim.
Romanda bir yazar var. Hikayenin bir yerinde terapiste gidiyor. Uzanıyor. Ve aynen şöyle diyor: “Terapiste bakmadan, yatar pozisyonda olmak, bilinçaltına girişi kolaylaştırıyor!”
Benim bu cümleyi iki gün arayla bu kadar alakasız iki yerde duymuş olmam, ister istemez tüylerimi ürpertti. Niye hayat bu cümleyi tekrar etti? Cevabı şöyle verdim: Demek doğru kitabı okuyorum. Demek doğru yoldayım. Demek yön burası, buradan gideyim. Bu kitabı bitireyim. Panamalı kızla, bir kitabın kesişim kümesindeki ortak bir cümlenin beni savurduğu en uzak düşünceyse şu: Bir şey öğrenmek üzereyim.
Uzatmayayım. Ben bu kitaptaki bir başka cümleyi, bir arkadaşıma söyledim.
Konular konuları açtı ve güzel bir cümle duydum: “Evet kötü bir anne değilim, ama harika olduğumu söyleyemem. En azından bir şeye çok dikkat ediyorum. Çocuklar bir yanlış yaptıklarında, asla karakterlerine saldırmam. Onları aşağılamam. Yaptıkları şeye saldırırım. Çünkü kişilikte delik açmak tehlikeli. Halbuki yapılan şey, yapılmayabilir. O bir sabit değil, o bir hareket.”
Cümlenin öznesini “herkes” yaptım.
Ve güzel bir yere vardım.
Siz de buraya hoş geldiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder