Ben demistim bakiniz yazilarimdan Food Inc'i tanitmistim sadece ben degil Gulse'de ayni seyi soylyor, izlemeyen izlesin bu belgeseli!
Kahraman Kurukahveci!
Dünya, global bir 'büyük şirketleşme' sürecinde. Kentler, kıyafetler, yemekler birbirine benziyor, mahalleler bile özelliğini yitiriyor
Ünlü bir kahve zinciri, ya da amaan, adını da söylerim ne olacak, Starbucks, logosunu değiştereceği için kahve bağımlıları ayağa kalkmış! Logodaki değişiklik de çıplak gözle görülebilen bir şey değil ha, yanlış anlamayın. Deniz kızının etrafındaki yazı kalkıyor, hikaye bu! E ama sen dünyanın bütün şehirlerinde, her köşebaşında, aynı dükkanda, aynı dekorla, aynı bardakla, aynı kahveyle kurabiyeyi satar hale gelirsen, minik bir logo değişikliği zaten kafeinden siniri tepesinde müşterinin beyin devrelerini yakabilir! Ki esas sorun ve yazının konusuna da gelmiş bulunuyoruz böylece! Global bir "büyük şirketleşme" içinde, artık seyahat etmenin bile zevki kalmadı! Budapeşte'ye, New York'a, Paris'e, hatta Beyrut'a git, bütün caddeler, sokaklar birbirine benziyor artık. Köşebaşında bir Starbucks kahve, ileride bir Mc Donald's, arada bir Gap, bir Banana Republic, bir Nike, Adidas, Zara vesaire, kozmetikse konu ya Mac, ya Sephora, alışveriş merkezi gezeyim dediğinde de yine bunların daha ufak şubeleri! Dünyanın bütün caddelerinde aynı logolar, aynı kapılar, aynı renkler, aynı dekorlar, aynı giysiler, aynı sandviçler, aynı kahveler! Küçük dükkanları, yerel markaları, orijinal tatları, desenleri teker teker kaybediyoruz.
MARKA ÇOK AMA...
Dünyanın yeni salgını bu! Şirketler büyüyüp küçük işletmeleri yok ettikçe ya da bünyesine katıp kendi damgasını bastıkça, tüketici olarak seçim hakkımız da azalıyor! İstanbul bile dünyanın herhangi bir yerine benzemeye başladı. Starbucks'ın kahvesine bayılıyorum, Zara'nın devamlı müşterisiyim, eyvallah. Ama mahallede, ne sattığı ya da satmadığı belli olmayan tarihi dükkan Aleaddin'e gözüm gibi bakmak, Konak Pastanesi'nin meyve şekerlemelerini öpmek, Tatbak Kebap'a arada girip "Bir sorununuz var mı" diye sormak, Erol Ayakkabıcısı'na destek vermek istiyorum neredeyse! Çünkü son 20-30 yıl içinde, bu semtte, uluslararası büyük şirketlere ait olmadan veya o şirketlerin ürünlerini kendi isimleri altında satmadan ayakta kalabilen ender işletmelerden bunlar! Hadi giyim kuşam, kahve o kadar da hayati değil diyelim. Ama gıda ve ilaçta da durum aynı! Food Inc belgeselindeki gibi, 50 yıl önce Amerika'da 100'den fazla irili ufaklı gıda şirketi, daha fazla rekabet ve üretim merkezi çeşitliliği varken, artık 8-10 büyük şirket piyasanın büyük bölümünü ele geçirmiş durumda. Markalar çoğalmış, ama hepsinin sahibi aynı büyük şirketler! Ve bu şirketler bir masanın etrafında bir araya gelip "Bundan sonra gıdalarımıza biraz da arsenik katalım, heyecanlı olur" derse, artık "O zaman ben de şu yerel markaya yönelirim veya mahalle kasabının yaptığı sucuktan alırım," deme şansınız yok, zira büyük para ve güçle siyasileri de kontrol altında tutup, istedikleri gıda kanununu çıkarıp istemediklerini iptal ettirebiliyor, küçük işletmeleri şu veya bu bahaneyle kapattırabiliyorlar!
REKABET YOK OLMAK ÜZERE
Örneğin Türkiye'de bundan sonraki plan, küçük eczanelerin tasfiyesi ve Amerika'daki Duane Reade gibi büyük şirketlere ait dev eczane zincirlerinin yapılması! Ondan sonra fiyatına, etkisine göre ilaç seç bakalım sıkıysa! iki-üç büyük zincir mağazada ne varsa, onlar neyi satmayı uygun gördüyse onu alacaksın! Tehlikenin farkında mısınız? Büyük şirketler siyasi bağlantılarının ve lobi faaliyetlerinin de yardımıyla, daha ufak firmaları satın alıp durduğundan, tekel haline gelip hammadde satanlara da istedikleri şartları diretebildiğinden, dünyadaki 'Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı' durumu, artık ilaçtan içeceklere, tekstilden otomobile kadar bütün sektörlerde baş döndürücü bir hızla büyüyor. Bu, her sektörde tek şirket kalana kadar böyle gidecek mi bilmem ama kapitalizmin en şahane yönü olan "rekabet" yok olmak üzere, hem de dünya çapında! Bir gün tüm dünya aynı kıyafetleri giyen, aynı yiyecekleri tüketen, aynı ilaçları alan, aynı kahveleri içip, aynı inşaat şirketlerinin yaptığı bir örnek evlerde oturan, aynı sokaklarda yürüyen, seçeneksiz, mutsuz ve sıkıcı insanlardan mı oluşacak, bilmiyorum. 80'li yıllarda Taksim'e Türkiye'nin ilk fast food zinciri açıldığında, arkadaşlarımla birlikte koşa koşa gidip dünyanın en zararlı yiyeceğini büyük bir heyecan ve mutlulukla mideye indiren salaklardanım çünkü! O zaman mahalledeki köfte ekmekçinin değerini bilemiyorduk. Ama şimdi köşedeki eczanemden, kahvehanemden, bakkalımdan, börekçimden vazgeçmeyeceğim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder