29 Eylül 2012 Cumartesi

En yeni sonuncu diyet zorlamam

Off ya, Bodrum'da yine 64'u vurunca tatil donusu diyete basladim yani 21 Temmuz 2012' den beri guya kendi capimda dikkat ederek yediklerime kilo vermeye calisiyorum. Ne kadar olmus 2 ay bir hafta olmus ve gecen carsamba gunu (26 eylul 2012) 59.4 kiloyu gorum bir k*icim kalktiki sormayin gitsin. Nasil mutluyum kendimi bir guzel ve seksi gormeler, nerdeyse erimisim bitmisim incecik goruyorum kendimi ayna karsisinda, giyemedigim yada giyince sisko durdugum tum kiyafetleri giymeler falan nerdeyse kendimi Angaline Jollie'den bozma Hulya Avsar sanmalar...
Sonra ne mi oldu??? Persembe gunu 60.2 ciktim, cuma gunude 61.5 ciktim tum havam indi, ayaklar altinda...
Ben galiba hic zayifliyamayacagim. 59.4 gormem soyle oldu, uc gun icinde uc kez iyi spor yaptim ve aksamlari yemedim. Ama aksamlari yedigim anda aynen verdiklerimi geri aldigimi gordum ve carsamba persembe spor yapmadim diyede olmus olabilir ama spor yapsam bile aksamlari oglen 2-3 den sonra birsey yersem ben kilo veremiyorum onu gordum.
Cok uzgunum ve ac kalmadan bu olmayacak ama her aksam ac nasil yatarim bilemiyorum, olmuyor cok zor...Ustelik heryerde yemek var bu ulkede ustelik bedeva davetler ustune dogumgunu yemekleri sosyal bulusmalar  evde her an olan yemekler ve ustune kizimin artiklari bunlarin hepsine ben nasil no no no diyecegim?
Sena dogduktan sonra 58.4 oldum ama bir gun surmustu, 3 yil sonra 59.4 gordum ama oda bir gun surdu
Benim en az 56 en iyi 53 olmam lazim nasil olacagim!!!
Pes etmiycem ve devam edecegim, bugun yine icine ettim rejimin ama insallah yarindan umit kesilmez can cikmadikca...

Okul, back to school... back to torture


Okul

Back to school… back to torture!

Ben okuldan nefret ederek buyudum, daha dogrusu icindeyken o kadar farkinda degildim, arkadaslarim vardi evden cikmak icin iyi bir bahaneydi bir iki de iyi kotu ogretmenin varsa benim icin o kadar feci degildi ancak ne zamanki buyudum ve aklim basima geldi ne kadar sikici bos cahil bir ogrencilik donemi gecirdigimi anlayip kendim icin uzulur ve hayiflanir buldum kendimi.
Simdiki bazi okullara baktigimda egitim ne kadar ozgur ve ne kadar eglenceli ve bilgi dolu ben neden egitim sisteminin kurbani olmak zorunda kaldim diye cok uzuluyorum.
Kizim daha 21 aylikken okul hayatina basladi, buda okul sorunlarina donmek anlamina geldi, simdi baska bir acidan bu okul ve egitim sisteminin eziyetini cekiyorum, kendim yeterince cekmemisim gibi…
Once iyi bir okul ve ogretmen arayisina girersiniz, okul eve yakin olursa cok makbule gecer, o minicik cocuklari teste tabi tutarlar, bekleme sirasinda aylarca beklersiniz, size sira gelecek mi endisesi tavan yapar, cocugu niye karnimdayken okula yazdirmadim diye ileriyi goremeyen biri oldugunuza karar verirsiniz, okulun ilk gunu kabusu sarar,  ilk haftalar anneden ayrilamama iskencesi cekilir ve gozyaslari ile icinizin parcalandigi bir kac hafta gecirirsiniz, sinif yeterince karisik milletten mi olusuyor yoksa tek tip ogrenci mi var diye endise edersiniz, ( evet yurtdisinda yasayinca boyle sorunlariniz oluyor)  bu cocuk bir ay gecti nicin hala agliyor gibi bir suru sorun sizi gerer.
Okula birakirken artik aglamaz cocugunuz ama gercekten mutlu mu cocuk, yoksa mecburiyetten mi gidiyor okula, baska bir sansi olmadigini anladigindan mi artik aglamiyor diye psikopata baglarsiniz.
Cocugun her okula gitmek istiyor musun ve ogretmenini seviyormusun sorusuna hayir cevabini verince dunyalar basiniza yikilir.
Neden diye sorarsiniz bak ona cevap alamazsiniz, cunku cocuk daha bezden kurtulmamistir yada cok iyi konusamiyordur yasitlarina ziyaden.

Derken kafa goz yara yara iki sene nasil geldi gecti siz sasarken ayni sorunlari bu sefer anaokulu arayisinizda yasarsiniz. Kiziniz artik yuvadan mezun olmustur ve yeni bir okula gecme zamani gelmistir, en azindan burdaki sisteme gore.
Yeni okulu arastir bul, yazdir, 3 yasindaki cocuk okula kabul edilecekmi stresi yasar, paralari pesin pesin bayilir, ohh yazin bir iki ay okul derdim yok diye biraz rahat nefes alayim derken kiziniz bir kac gun sonra  ‘ anne okul yok bugun?’ diye soran gozlerle bakar. Nasil yani okula mi gitmek istiyorsun simdi dersiniz ve koca bir evet cevabi alirsiniz ustune ogretmenini ozledigini soyleyince bayilmak istersiniz.
2 koca yil, acaba cocugum okula gitmeye hazir degil mi, onu cok zorluyor muyum, belkide ogretmeni gercekten sevilcek biri degildir diye vicdan azabindan kivranirken cocugunuz artik okuldan ayrildiginda hem okulu hem ogretmenini ozledigini itiraf eder…
 Gectigimiz haftalarda malum yeni okuluna basladi.
Bu seferde anne ‘bu Stepping Stones? I want Ms Anna (eski ogretmeni) demeye basladi.
 Benim derdim bu degil artik okula gitmek istemediginde yada ogretmenini seviyor musun dedigimde hayir cevabi aldigimda uzulmuyorum bile.
 Benim simdiki sorunum baska. Okuldan bir yigin kagit ve mail gonderiyorlar surekli bana, daha baslamadan okula mail bombardimanina tuttular bizi. Nasil bir kulfet, nedir bu kadar mail trafigi inanin isimi yapamaz oldum , mail oku, anla, doldurcaklari imzalanacaklari ayir, okula birakmayi unutma, ozel gunleri ajandana not et, okul tatil gunlerini sakin unutma, ozgur kiyafet gununu atlama cocugu utandirma… Yeter ama simdiden full time bir isim daha oldu, ben okuldan ve okulla alakali herseyden nefret ediyorum galiba.
Tek istedigim cocugumun severek, ogrenerek ,eglenerek gittigi ve ileride hep guzel anilari olan bir okul hayati olsun…
Benim olmadi onun olsun…
Lakin daha simdiden beni gerecekse ilerisini dusunmek bile istemiyorum!!!
Alt tarafi iki sarki ogretip, bol bol ziplatip hopluyorlar, bunun icin bu kadar kasmaya, onlarca mail atmaya gerek var mi? Ustune sifreler verip bir sayfaya girmemizi istediler, hala anlamis degilim o sayfaya girip ne yapmam gerektigi konusunda, egitimcilik gecmisi olan kocamada cok gicigim, nasilsa o bu isleri bilir oh benim hic ders calistirmama gerek yok diye sevinip kendimi avutup millete hava atarken kocam hic alakadar olmayip o mailleri okumadan bana forward etmeye bsladigindan beri canim cok sikkin…
Kabus dolu okul gunlerime geri dondum anlayacaginiz hic mesut degilim…

Play Date- Oyun Gunu


Play Date

Annelere verilmis bir ceza mi yoksa tunnel ucundaki isik mi?

Valla benim zamanimda play date yani oyun gunu falan yokdu, fazla arkadasim olmaz, oyle herkes evine gidip gelemez zaten mahalle kavramimiz da yoktu yasadigim yerlerde, ustunede komsu sayimiz bir iki ile sinirliydi lojmanda oturdugumuz icin, onlarinda cocugu ya kucuk olurdu ya da olmazdi buda bana sikici okul sonrasi gunler anlamina gelirdi.
Simdi evlendim cocugum oldu devir degisti, anneleri bir oyun grubu heyecani telasi sardi ki ne telas sevgili okur hele bendeki… Ben yasamadim kizim eksik kalmasin, helede cani hic mi hic sikilmasin diye diye bir oyun gununden digerine kosustururken buldum kendimi.
Hatta calisma saatlerimizi uzatmak isteyen patronuma bir can havliyle ‘hayirrrr ben isten gec cikarsam kizimi kim oyun gunlerine goturcek, bu onun sosyal hayatini baltaliyacak’ diye bir cikisim vardi ki gormeye degerdi.Bekar cocuksuz patronun surat ifadesi karikaturlukdu.
Galiba asiri dozda yaptimki bu isi, kizim gunde dort ayri aktivite ye katildiktan sonra az kelime hafizasiysla SIKILDIM kelimesini yerli yersiz kullaninca ustune ucarak atlamak istiyorum.

Bir insan evladi ustelik daha 4 yasina gelmemis, annesinin isten ozel anne kiz gunu icin izin alip, kizini okula gondermeyip onunla guzel bir kahvalti yapmis, arkasindan havuz gunes ve bol oyun, ustune babaya ofiste supriz ustune sinemaya gotumus popcorn ve cikolatanin dibine vurmasina izin vermis, ustune arkadasina oynamaya goturmusse ve sonra eve geldiginde babasi ile oynarken ‘baba baba sikildim’ dedigini duyunca sizde haliyle icinizden 10’a kadar saymaya baslamaz misiniz?

Haftada uc dort kez oyun gunu duzenlemesem eyvah kizim hic sosyallesemiyor arkadassiz buyuyor sikiliyor diye uzulerek buluyorum kendimi…
Sonra dusundum ve tasindim benim gercek endisem nedir diye
Ve cevabini buldum …
Bir yabanci arkadasim “oyun gunlerinden sikilmiyor musun hic Nilgun?’ diye sordu, cunku ne zaman sorsa gitmem gereken bir oyun gunu yada evimize gelecek cocuklar ve anneler oluyordu.
Sonra kendimi ona su itirafi ederken buldum.
Hayir tabiki, cocugunla ilgilenmeMenin en guzel yolu oyun gunleridir dedim.
Cunku sen cocuklarin anneleri ile her konuda sohbet ederken cocugunu birakip arkadaslari ile oynamasini, paylasmasini sagliyorsun. Arada kavga mi etmisler, birbirine mi vurmuslar pek umurunda olmuyor acikcasi hatta bir anlasmazlik olunca ortada, ‘cocuklar, birbirinizle kavga etseniz bile biz sizi yine bulusturcaz, buna alissaniz iyi olur, simdi gidin ve zirlamadan guzel guzel oynayin’ derken buluyorsunuz, ve biz yine sohbete ve yiyeceklere daliyoruz.
Sizcede bundan daha iyi bir yol var mi cocugunu sosyallestirmek icin???
Bunu kendime yillar sonra itiraf ettikten sonra oyun gunlerini bir pastali corekli ‘gun’ olmaktan kurtarmak icin Duygu ile cocuklara egitici, ogretici oyunlar ve piyesler duzenmeleye karar verdik, bakalim ne kadar basarili olacagiz. Malum yurtdisinda yasayinca cocuklar iki hatta uc dil ile buyuyorlar buda bizim miniklerin kafasinin karismasina neden oluyor, ustelik ana dilleri Turkce’yi iyi ogrenmeleri icin ozel caba sarf etmemiz gerekiyor. Onlari eglenirken, oynarken ogretmeye, kelime hazinelerini gelistirmeye vedaha iyi konusmalarian tesvik edici yontemler araisindayiz.

Haftaya ilk seansimiz var bakalim oyuncaklardan ne kadar uzun ali koyup bizimle oynamaya ikna edebilecegiz…

Tek cocuk mu, bir kardes sart mi?


Tek cocuk mu, bir kardes sart mi?

Yoksa hic mi?

Bu ikilem beni yiyecek ve bitirecek birgun.
Biliyorum yine kiminiz ‘sen nasil mutlu olcaksan onu yap kendi dogrularinla hareket et, hic kimse sen degil’ diyeceksiniz…
Kiminizde ‘sacmalama cocugunu kardessiz birakma, onu yanliz birakma bu dunyada diyeceksiniz’ ve ben yine ve hala ikilemde kalip kara kara dusunup sonunda hic bir sey yapamayip, ileride bir gun kopekler gibi pisman olmamak icin dualar edecegim
Ben ikinci cocugu istemiyorum
Nedenleri;
Bu dunyada yasamaktan korkar oldum, savaslar beni cok korkutuyor ve ulkeminde savasa suruklendigini gorup, bunun muhakkak olacagina inaniyor ve odum kopuyor
Ikinci bir pasaportumuz olmadigi icinde kacacak yerimiz yok ve ben ikinci bir cocugu kendi, kizi ve ailesi icin korkarken nasil dunyaya getircem?
Finansal acidan, evet su an esimin de benim de isimiz var ancak ne zamana kadar?
Ayrica ben sevmedigim bir isi yapiyorum ve bir 10 yil daha ayni iste calismak istemiyorum, ikinci cocugun olmamasi bana daha cok flexibility kazandiriyor, en kotu ihtimal iyi maas+mutsuz isden cikip az maas+mutlu is hayati kismina transfer olabilirim bir kac yil sonra
Ben yogunluk ve stress altinda iyi calisan biri degilim, cabuk sinirleniyorum, etrafimdakilere bagirmaya basliyorum, ikinci cocuk dogal olarak stress baski getircek ve ben iki cocuguna surekli bagiran bir anne olmak istemiyorum
Ben anelik disinda kimlikleri olan hobileri olan arkadaslarina, esine, hobilerine, kisisel gelisimine vakit ayirabilen ve yeni seyler deneyebilen biri olmak istiyorum, ikinci cocukla hayatim daha zorlasacak
Ben kizimi cok seviyorum ama cocuk bakim isleri onlarin psikolojisi, konusma, cis , okul ve yemek problemleri beni geriyor. Beni bunaltmasi ve sorunlarla basedememe de beni cok kotu hissettiriyor. Kenimi iyi anne olmamakla sucluyor, onceliklerimi dogru siraya koyamamaktan sikayet edip vicdan azabi cekip kendimi sucluyorum.
Cok mu sacma nedenlerim var?

Oteki yandan;
Kizim cabuk buyuyor diye cok endiseleniyorum
Onun her anini doya doya yasamak istiyorum, keske her ayini ayri ayri klonlasam istedigim zaman gidip cikarsam ve onunla oynasam, opup koklasam…
O minik hallerini her fotografa baktigimda group sasiriyorum, ne kadar da buyumus diyorum, cok ozluyorum, buyudukce geride kalan yillari ariyor ve burnumun diregi sizliyor ozlemden.Bir daha o gunlere istesem de donemem.
Iki tane minik evde olsa, onlari uyurken seyretsem, birbirlerine olan sevgilerini gorsem, oynamalarini daha buyuk mutluluk olabilir mi bundan?
Oteki taraftan ise ya surekli kavga eden iki kardes olurlarsa diye de odum kopuyor bunuda yukariya eklemem lazim.Birbirini sevmeyen, hatta nefret eden dusman kardesler de yok degil.Belkide kizim tek cocuk olmaktan daha mutlu olacak, bunun bir garantisi yok ki…
Ileride biri benim gibi dunyanin diger bir ucunda hayat kurarsa en azindan yanimda bir digerinin kalma ihtimali olur diye geciriyorum icimden-tamamen bencillikten.
Bir gun ben ve esim giderse bu diyardan kizimin yaninda hala guvenebilecegi kendi can ve kanindan biri olsun istiyorum ancak aslinda bu tezide kafamda cabucak curutuyorum,ne kardeser var kanli bicakli yada kanli bicakli degil ama hic bir sey paylasmayan ayrica ne insanlar var kan bagi olmayip insanin ailesinden daha yakin
Sonucta hep kotuyu dusunup buyuk bir karar almak da istemiyorum
Ee birde 37 yasin sonlarina yaklasiyorum, kilolari ile surekli derdi olmus bunu kafasina feci takmis psikolojik sorunlu biri olarak ben bu ikilemden cikamiyorum
Soyle net insanlarada cok imreniyorum
Ben tek cocuk istiyorum ve bunda cok kararli ve eminim…
Bazilarida tabiki iki cocuk en az, kalabalik aile en guzeli…
Iste ben ikinizin ortasinda kalmis sanki gelenin gidenin tekme vurdugu bir kakilmis gibi hissediyorum kendimi.
Bazen bencil bazen korkak bazen cahil bazen gucsuz hissediyorum…
Ileride keske ikinci cocugu dogursaydim demek cok kolay ancak dogurup o gunlere gelebilmekde sizden cok sey alacaksa oda cocuga haksizlik hem de cok sevdigim kizima
Yillar once bana fal bakan falci yurtdisinda yasayip iki cocugun olacak demisti diger bildigi seyler disinda, o kadar cok anlattimki o falciyi ve bildiklerini galiba simdi Tanri ‘al sana iste falci degil ben karar veririm gelecege ve simdi yasa bu ikilemi ve cezasini cek der’ gibi.
Kim bilir?

28 Eylül 2012 Cuma

Scrapbooking

anne boyutunda yazma ihtimaline istinaden hizla yazdigim ama hic bir zaman yayinlanmayacak olan yazilarimi kendim yayinlamaya karar vermis bulunuyorum, aha da buda onlardan biri...basliyoruz...


Scrapbooking

Eglence ve uretmenin bulustugu yer

Bazi insanlar vardir hayatina dokunurlar size cok sey ogretirler.
Benim oyle arkadaslarim var iste scrapbooking ile tanismam da boyle oldu.
Bir gun Lemis ve Duygu ‘biz haftada bir gun toplanip hobi gecesi yapiyoruz bir gun sende gelsene’ dediler ve o gunden sonra hic birakamadim.
Birlikte neler mi yapiyoruz, asagida resimlere bakarsaniz anlayacaksiniz.




Hobi gecelerinin guzel yani bir kere bir suru ortak noktasi olan uc kafadar bir araya geliyoruz, uc calisan anne…
Kah cocuklardan, kah beylerden, kah kitaplardan, kah filmlerden, kah tatillerden kisaca herseyden konusuyoruz.
Paylasmak bizi rahatlatiyor. Sonra el becerilerimizi gelistirip zevkimizi konusturup ortaya guzel  seyler cikartiyoruz.
Bu tur beceri , el ve goz emegi gerektiren hobi isleri de siz calisirken o kadar rahatlatiyorki
kendimi her seferinde cok mutlu ayrilirken buluyorum.
Sizlerde esinize dostunuza farkli bir hediye vermek istiyorsaniz, arakadasalrinizla biraraya gelip kuru sohbet yaninda uretmek istiyorsaniz, cocugunuz ve esinize guzel hatiralar saklamak, guzel onemli anlari suslemek ve kayda gecirmek istiyorsaniz kesinlikle dogru adres Scrapbooking.
Bir gun Lemis Turkiye’ye donecek ve kendi hobi magazasini acacak, o gelene kadar bekleyin sahane seyler yaratacak, arkadasima inaniyorum ve cok basarili olacagini biliyorum.
Bu uclu ekip bir robot gibidir.
Robotun beyni Duygu, fikirler ondan cikar genelde.
Action kismi Lemis’dir o fikri hayata gecirir kan verir, ele tutulur bir kivama getirir, hatta sevdiyse onu artik bir tutku haline donusturur ve kahretsinki beceriklidir ve yaptigi isi iyi kotarir.
Ben de ayagiyim galiba grubun, yururum onlarla, sohbetimle, karisirim aralarina…

Ben hobi gecelerimizi cok seviyorum. Ustelik gun olarak Carsambayi sectik. Persembe bizde haftanin son gunu, biz Abu Dhabi;de yasiyoruz. Haftanin son gunune ha bir gayret girmek icin hobi gecesinden daha iyi bir itikleyici guc olamazdi, genelde gece 12’den once eve gidip yatmamiz mumkun olmuyor ancak her turlu uykusuzluga ve haftanin yorgunluna degiyor.Ustelik calisan anneler olmamiz bizi durdurmuyor.

Sadece scrapbooking de degil bu grubun maharetleri, daha neler var neler…Sizlerle paylasacagimdir urettiklerimizi zaman zaman.

Metabolizmayi hizlandimak icin

zayifliyacagiz diye herseyi not edip buraya hic bir sey yapmayan benden bir not daha


Rezene, melisa, zencefil gibi caylari yemeklerden sonra tuketirseniz sindirimi cabuklastirir. Metabolizmayi hizlandirmanin en iyi yolu yemekleri bol baharatlari tuketmek... ozellikle et yemeklerinizi mutlaka kimyon, kisnis gibi yakici baharatlarla tuketmenizi tavsiye ederim. Sabahlari bos mideye bir bardak sicak su icip, yaninda bir tatli kasigi bal icine karistirilmis esit miktarda toz tarcin, zencefil, zerdecal ve darulfulful tuketirseniz hem metabolizmayi hizlandirmis olursunuz, hem de kilo vermeyi kolaylastirirsiniz. Bu bilgileri nereden bildigime gelince, uzun suredir uzerinde calistigim Ayurveda'dan!

herbalife in herbal tea concentrate ini kullaniyorum.Limonlu,seftalili ve aromasiz olmak uzere uc cesidi var sanirim.Metabolizmayi hizlandirici ozelligi var tavsiye ederim. 0558275837 numaradan siparis verebiliyorsunuz.Ben turkiyedeyken de kullaniyordum.Ayrica ogun yerine gecen tozlari var onlardan da kullanabilirsiniz.

Sena: I think...OMG

Senam ilk kez dun Oh My God dedigini duydum cok seker ve yine ilk kez, it is nice... I think dedi cok seker, I think'ide yeni ogrenmis konusuyor
Konusmasi hala cok iyi degil, ve bazen cok soft konusuyor bazen utaniyor sikiliyor, allahim ya ne olur birden acilsa ve bir an once acilsa...

Kakasini uzun zamandir kiloduna yapmiyor diye sevinirken dun ve bugun kucuk iki kaza oldu, ama neyseki okulda olmadi uzun zamandir

Yemek yemesi sanki daha iyi, ama bu seferde biraz abur cubura kaydik, cips, pizza ve makarna en sevdikleri

Bugun Kaan ve Bora ile ve tabiki ikizlerle hayvanat bahcesine gittik, ikinci kez gidisi ayni hayvanet bahcesine ve bir kez de Al Ain'dekine gitti ama sanki ilk kez gitmis gibiydi, cok sevdi, onlari besledi hatta minik bir keciye dokundu sevdi, hayvanlari cok seviyor, kardesi olmayacaksa iki uc pet olmasinda fayda var, kaplumbaga, kopek kedi uclusu fena olmaz aslinda ama ben evde bunlari nasil beslerim bilemiyorum minik evimizde...

Dun aksam ona kitap okuyordum sonra Cemile'yi de okumami istediki bana cemile diyor ama ben bir turlu anliyamadim, memil gibi birseyler soyledi, 5-6 kez tekrar ettirdim, kendini kotu hissetmesin diye aptal anne ya anlamiyor seni bir turlu dedim ama sonra kendini kotu hissetti ve utanmis mahcup olmus bir sekilde yuzunu burusturup, iki elini agzina goturup sorry demesi vardi icim parcalandi. Kendini kotu hissetti anlatamadigi icin iyi soyleyemeyip anlayamadigim icin resmen, umarim konusmaktan korkmaz ve utanmaz daha dogrusu konusamdigini dusunup...
Gelisme goruyorum ama yavas
Cok uzuldum onun uzulmesine ve mahcup olmasina, biliyorumki bir sey yapmiyorum maalesef ona yardimci olmak icin.

Kuzum arkadaslarini cok dusunuyor, bu aralar SIK SIK izledigi bir filmi sevdigi bir seyi arkadaslari ile paylasmak istiyor, mesela anne Bora jUSTIN VE laura ile izliyelim Lion King i diyor, su pompasi almak istiyor kendine Bora ve Justin'e de alsinmis, yada EP'ye gittigimizde Charity, Alfred ve Nelly'ye ayri Ten Ten kitabi goturmek istiyor, cok comert ve paylasmayi bilen bir cocuk olcak gibi...


Cazkolik, Laf yapma caz yap!

Ozge Baykan Calafato'dan...

http://www.cazkolik.com/playlist/?bolum=playlist&id=2#.TucBB20n4NR.facebook

http://www.cazkolik.com/playlist/?bolum=playlist&id=2

http://www.cazkolik.com/playlist/?bolum=playlist&id=2

http://www.cazkolik.com/playlist/?bolum=playlist&id=1
and the second playlist is out! Turkish Jazz Voices, Vol.2, a rare collection -- with Nüket Aruca, Şevket Uğurluer, Lamia, İlham Gencer, Gönül Turgut, Ali Kayral, Ömür Göksel, Sanat Deliorman, Ayça Dönmez, Melisa Kral, Merve Erdal, Esra Erkan, Hüseyin Badıllı, Defne Şahin, Ilay Bal Dilara Sakpinar, Funda Sezer, Neslihan Akbulut, Sezgi Olgaç, Özge Pınar, Bora Çeliker, Simavi Uluç, Seran Bilgi, Ceyda Köybaşıoğlu, Su İdil, Elif Turan, Seren Akyoldaş, Şenay Lambaoğlu, Hande Okal, Sunny (Münir Anderiman), Metin Ersoy, Hayati Kafe, Ay-feri, Sibel Gürsoy, Fuat Tuaç, Selen Beytekin, Larry O`Neill, Serkan Çakıt, Zeynep Arabacıoğlu ve Can Türkkan
http://cazkolik.com/CazKubbemiz/10026/104466/Cazkolik_dinleyicileri_icin_derledigi_ozel_playlistlerle_cazseverlerde.html#.T3A7u4f8ll8.facebook
http://www.cazkolik.com/playlist/?bolum=playlist&id=2#.TtnZ46bNm6k.facebook

18 Eylül 2012 Salı

Cocuklar ve okula ne zaman hazir olurlar


Dogru Soyluyor Gulse Birsel yine cok guzel yazmis...
Ben de zaten cocugu kasmamak simdi bunu niye yapamiyor bu niye olmuyor dememek gerektigine inaniyorum
Herkesin bir vakti var


66 ay mağduruyum!
"66 ay mı, bir yıl sonra mı tartışması benim için kişisel olarak denenmiş, sonuçları görülmüş bir hikayedir. Hayatımda kendimi başarısız, aptal ve ezik hissettiğim tek dönemdir o 66 aylıkken yaşadığım dört ay!"
Öncelikle sayın Başbakan'a şunu belirtmeliyim, bir ihanet veyahut gaflet, dalalet ya da hıyanet içinde değilim. 66 aylık çocukların ilkokula başlamasıyla ilgili çok net, çarpıcı, kişisel, kah gülünç, kah trajik, güldürürken düşündüren bir tecrübem var, onu aktaracağım.
Ben, 66 ayını doldurup okula başlayan bir mağdurum. 70'li yıllarda Türkiye'de durum böyle değildi biliyorsunuz. En bilinçli, en kaloriferli ailelerin çocukları en az 72 ayı doldurduktan sonra okula başlardı.
Diğerlerininki Allah'a emanet, mecbur kalındığında veya ailenin ne zaman durumu olursa...
Ama işte o kaloriferli ailelerden birinin çocuğu olduğumdan, eş dost, komşular, tutturdu "Bu çocuk üstün zekalı, bir yıl erken okula gönderin," diye. Üstün zekalı mıydım? Hiç sanmam. Kendinden 13 yaş büyük abla ve 15 yaş büyük abiyle, ilgi alaka bolluğunda, "Hadi kızım bir de şu marifetini göster," bolluğunda yaşayan çokbilmişin tekiydim büyük ihtimalle. 

OKUYAMIYORUM, YAZAMIYORUM, ANLAMIYORUM 
Ama annemler ikna oldu. Boşu boşuna apartman dairesinde bir yıl daha oturup bebek oynamasın, erkenden okula başlatalım dediler. Çok üstün ve eşi benzeri görülmemiş zekama çok da güvendikleri için, sağ olsunlar, bir de yaz tatilini uzatıp, okullar açıldıktan iki hafta sonra, beni birinci sınıfa kaydettiler.
Dikkatinizi çekerim, 11 Mart doğumlu bir sabi olarak, okulların açıldığı eylül ayında tam tamına 66 ayımı doldururken, eğitim hayatıma başladım.
Allah'ım kabusun büyüğü!
Okuyamıyorum, yazamıyorum, anlamıyorum, berbat! Fişler diyorlar, heceler diyorlar, sanki "Doomo arigato gozaimasu" diyorlar! Sanki ortamda Japonca konuşuluyor ve benden başka bütün sınıf Tokyo doğumlu!
Aylar geçti, ben bir "Bugün bayram," yazamadım arkadaş! Ablam iki saat uğraşıyor: "Bugnü beyrm". Abim üç saat ter döküyor: "Buguni byram"! (2012'ye geldik, hala ailede bayramları "Buguni byram" şakası yapılır!) Babam "Benim üçüncü çocuk acaba aptal mı çıktı" diye darlarda! Ezikliğim had safhada. Bazen aklıma esiyor, derste tahtaya gidip renkli tebeşirlerden resim yapıyorum, öğretmen "Hayırdır, delirdin mi, niye kalktın?" diyor. Bugün bayram'ı bırak, niye yerimde oturmam lazım onu bile anlamıyorum!
Şubat tatili geldi. Ankara'ya, eğitimci olan amcamı ziyarete gittik. Babam dert yandı: "Böyle böyle, yapamıyor, okuyamıyor" diye. Amcam şaşırdı, dedi ki "Yapamaz tabii, niye erkenden okula verdiniz? Daha beş yaşında, hazır değil, oyun oynaması lazım!"
Bunun üzerine, olması gereken yaşta gönderilmek üzere, okuldan alındım. 

SANKİ BİRİ, BEYNİMDEKİ BİR ŞALTERİ KALDIRDI Sevgili veliler, öğrenciler, değerli okuyucular, şu minimum 72 ay kuralı var ya, onu hangi pedagoglar, hangi eğitimciler çıkarttıysa alınlarından öpmek lazım, bu işi biliyorlar. Yemin ediyorum, mart ayının sonu geldi ve abim yağmurlu ve sıkıcı bir öğle, aylarca "Bugün bayram" yazamayan bana, bir günde bana okuma yazma öğretti! Buharlanmış cama harfleri yazdı, hepsinin ses olduğunu söyledi, "Birleşince kelimeler çıkıyor," dedi ve akşam annemler alışverişten döndüklerinde, söyledikleri her şeyi yazabiliyor, yavaş da olsa gazetede yazılan her şeyi okuyabiliyordum. Çok tuhaf, ama sanki zamanı geldi ve biri beynimdeki bir şalteri kaldırdı!
Ertesi eylülde, yani artık 78 aylıkken, altı yaşını bitirmiş halimle birinci sınıfa başladığım gün, okula çantamda kitapla gittim, sıkılmayayım diye! İlkokul süresince hep sınıf birincilerinden oldum, sonraki aşamalarda da eğitimle ilgili hiçbir problemim olmadı.
Belki şimdiki çocuklar çok bi harikadır.
Belki de ben azıcık gerzektim. Ama ilkokula altı yaşını doldurup gitmek, inanın hayatımda hiçbir kayba sebep olmadı. 

BİR YIL DAHA OYNASIN, HAYAL KURSUN 66 ay mı, bir yıl sonra mı tartışması benim için kişisel olarak denenmiş, sonuçları görülmüş bir hikayedir.
Hayatımda kendimi başarısız, aptal ve ezik hissettiğim tek dönemdir o 66 aylıkken yaşadığım dört ay! Devam etseydim ne olurdu? Bilmem. Belki hep başarısız bir öğrenci olarak hayat boyu topal sakat yürüyecektim. Belki okulun ikinci dönemi kendime gelip açığı kapatmaya çalışacaktım.
Ama bir yıl sonra, altı yaşında başladım okula, ne kaybettim? Bence hiç.
Göndermeyin arkadaş! Bir sene daha oynasın, hayal kursun, resim yapsın!
Gidip zorlanacağına, daralacağına, kendini başarısız, salak, ezik hissedeceğine, bir yıl sonra gidiversin.
En kötü, benimki gibi bir hayatı olur işte!

Sena Icin Yararli Linkler

https://www.gemslearninggateway.com/_layouts/images/square.gif 
https://www.gemslearninggateway.com/_layouts/images/square.gif 
https://www.gemslearninggateway.com/_layouts/images/square.gif 
https://www.gemslearninggateway.com/_layouts/images/square.gif 
https://www.gemslearninggateway.com/_layouts/images/square.gif 

I don't want to get old!!!

valla boyle bakarim odul alan sarkilara ve bakiim begeniyor muyum begenmiyor muyum cunku begenmezsem anliyorum ki yaslaniyorum ve zevkim degisiyor, yani degissin tabiki gelissin daha sofistike olsun ama yeni seylere de iggghh demeyeyim, o zaman gercekten yaslandigimi dusuncegim
Neyseki Rihanna yi cok seviyorum ve ColdPlay...
Feel so close ve Starships 'i de seviyorum...

MTV Video Müzik Ödülleri 2012
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/../images/spacer.gif
İşte ödl kazananların listesi:

Yılın Videosu - Rihanna ft. Calvin Harris - "We Found Love"
En İyi Videoya Sahip Erkek - Chris Brown - "Turn Up The Music"
En İyi Videoya Sahip Kadın - Nicki Minaj - " Starships"
En İyi Yeni Artist - One Direction - "What Makes You Beautiful"
En İyi Pop Videosu - One Direction - "What Makes You Beautiful"
En İyi Rock Videosu - Coldplay - "Paradise"
En İyi Hip-Hop Videosu - Drake Ft. Lil Wayne - "HYFR"
En İyi Elektronik Dans Müziği - Calvin Harris - "Feel So Close"
En İyi Mesaj İçerikli Video - Demi Lovato - Skyscraper
En Çok Paylaşılan Video- One Direction - "What Makes You Beautiful"

Nil'den


Nil'den muhtesem bir yazi daha...
Size de oluyor mu?

Bazen, hatta sık sık, hayatın bana bir şey demeye çalıştığı hissine kapılıyorum.
Hani tanımadığımız halde bize tuhaf mimikler yapan, kaş göz oynatan birine “Afedersiniz bana bir şey mi demeye çalışıyorsunuz?” deriz ya, onun gibi aynı.

Sanki bir mesaj geliyor. O belli. Gün gibi ortada. Da. Ben şimdi buna basıp nereye zıplamalıyım? Bu denilen neye bağlanacak? Rüya tabiri gibi, bir çözücü mü damlatılmalı? Hazineye giden yol buradansa, ben bu bilgiyle napayım? Daha da önemlisi, eğer bir “doğru yol” varsa, bunlar onun işaretleri mi? Bu ve daha nice sorunun cevabını araştırmak üzere, son deneyimimi anlatayım.

Bodrum’da, bir arkadaşımızın evinde, Panamalı, dünya tatlısı bir psikiyatristle tanıştım. Freudyan terapi yapan güzel bir kız. Bu konulara dalmayı sevdiğimden, her şeyin suçlusunun muhakkak “anne” çıktığı bu aleme daldım. Bilinçaltı, öyle kolayca kaldırılıp bakılacak yer değil. Freud’a göre, basınç var. Bence de var. Hele en son, anılarımızı bile uydurduğumuza dair bir kitap okuduktan sonra buna iyice inanır oldum.

Sohbetinde, yaşadığı bazı unutulmaz hikayeleri anlatıyordu. Bir noktada kendisinin de eğitimi gereği düzenli terapiste gittiğini söyledi. Sonra aynen şöyle dedi: “Bir divana uzanıp terapiste bakmamakla, koltukta oturup yüz yüze konuşmak arasında çok fark var. Karşındakinin yüz ifadelerini görmediğinde, bilinçaltına inmen daha kolay oluyor. Uzanmakla da ilgili bir şey. Yatay pozisyonda kavga edilmiyor. İster istemez insanı sakinleştiren bir şey uzanmak. Hiç yan yana yatıyor olduğunuz biriyle, yatay hali bozmadan kavga ettiğinizi hatırlıyor musunuz?” (Sahneyi burada keselim)

İki gün sonra “Are you my mother?” diye bir çizgi roman okumaya başladım. Bilmiyorum belki çok “anne” lafı geçti diye başlığa yönelmiş olabilirim.

Romanda bir yazar var. Hikayenin bir yerinde terapiste gidiyor. Uzanıyor. Ve aynen şöyle diyor: “Terapiste bakmadan, yatar pozisyonda olmak, bilinçaltına girişi kolaylaştırıyor!”
Benim bu cümleyi iki gün arayla bu kadar alakasız iki yerde duymuş olmam, ister istemez tüylerimi ürpertti. Niye hayat bu cümleyi tekrar etti? Cevabı şöyle verdim: Demek doğru kitabı okuyorum. Demek doğru yoldayım. Demek yön burası, buradan gideyim. Bu kitabı bitireyim. Panamalı kızla, bir kitabın kesişim kümesindeki ortak bir cümlenin beni savurduğu en uzak düşünceyse şu: Bir şey öğrenmek üzereyim.

Uzatmayayım. Ben bu kitaptaki bir başka cümleyi, bir arkadaşıma söyledim.

Konular konuları açtı ve güzel bir cümle duydum: “Evet kötü bir anne değilim, ama harika olduğumu söyleyemem. En azından bir şeye çok dikkat ediyorum. Çocuklar bir yanlış yaptıklarında, asla karakterlerine saldırmam. Onları aşağılamam. Yaptıkları şeye saldırırım. Çünkü kişilikte delik açmak tehlikeli. Halbuki yapılan şey, yapılmayabilir. O bir sabit değil, o bir hareket.”
Cümlenin öznesini “herkes” yaptım.

Ve güzel bir yere vardım. 

Siz de buraya hoş geldiniz.

Yunanistan

Yunanistan'a gitmeyi cok istiyorum nedense, seneye yazin umarim bu sefer gidebilrim ve ben de bilgi

EN İYİ TEKNE ARKADAŞININ TEKNESİ
Bu yaz, arkadaşlarımızın teknesiyle, dört çift, üç minik Yunan adası keşfettik.

Yunan adası deyince ben büyükleri bilirdim.

Mikonos, Santorini, Girit, Rodos, hadi Kos, zavallı yanan Sakız, Midilli...

Marathi diye bir adanın varlığından bile haberim yoktu.

Gündoğan’dan kalktık, bir saat sonra ordaydık.

Burnumuzun dibi.

Ama sanki çok uzaklardaymış gibi.

Kendi halinde, romantik, bakir, mini minnacık bir ada.

Türkuaz bir deniz.

Şahane bir koy.

Adam gibi tek bir lokanta var.

Adı da “Pantelis”.
Ama rezervasyon şart!

Gündüzden haber veriyorsun, “Akşama geliyoruz” diyorsun, yoksa yer bulman mümkün değil. Olağanüstü deniz mahsulleri, mezeler, balıklar, çok iyi bir sunuş ve servis. Kışın, sadece 5 kişinin yaşadığı bir adada, yazın, taş çatlasa 15 kişi olarak nasıl böyle iyi bir hizmet verebildiklerini anlamak mümkün değil. Bayıldık adaya.

8 Eylül 2012 Cumartesi

Gunde 7.5 dakika kazanmak, omrunuze 10 yil katmak icin bunlari yapin


Bunu galiba Ayse Ozyilmazel yazmisti

Dediklerimi okurken uygulayın ki, yazı bitene kadar 7,5 dakika kazanmış olun. Sonra ne kadar tekrar ederseniz o kadar daha katarsınız. Her şeyden önce şunu söyleyeyim; bu bilimsel olarak ispatlanmış bir katkı, yani Jane’de laf olsun diye laf yok.

Bir. Ayağa kalkıp iki adım atın ya da yumruğunuzu sıkıp ellerinizi havaya kaldırın. Siz siz olun, şu hayatta hareketsiz durmayın. Harekette bereket var, şans var ama en önemlisi hayat var. Hareket eden hayatına dakikalar katar. Fiziksel dakika ekleme aktivitesi tamam.

İki. 100’den geriye kadar sayın ya da 50 kere parmaklarınızı şıklatın! Sizi zorlayan bir zihinsel aktiviteye konsantre olmak hayatı uzatıyor. Sudoku oynayın, bulmaca çözün, hesap yapın. Beynini tembelliğe bırakmayanın ömrü uzuyor. Zihinsel dakika ekleme aktivitesi tamam.

Üç. İçerideyseniz koşup pencereden dışarı bakın, dışarıdaysanız koşup pencereden içeri bakın. Bir bebeğe, bir hayvana bakın. (Bize fil yavrusu, deve kuşu yavrusu ve fok yavrusu resmi gösterdi Jane. Gerçekten insanın karnında çiçek açıyor.) Üç pozitif duygu, bir negatif duyguyu götürüyor.Yani biri ya da bir şey size kendinizi kötü hissettirirse, elde var bir yapıp, hemen üç pozitif sıkın üstüne. Duygusal dakika ekleme aktivitesi tamam.

Dört. Yanınızda kim varsa en az 6 saniye elini sıkın, sarılın, dokunun. Sadece el sıkışmak bile oksitosin yani güven hormonunu artırıyormuş.Dokunun, şükran duyun, bunlar hep bedavadan dakika. Sosyal dakika ekleme aktivitesi de tamam.

Şimdi ben burada size uzun uzun matematik yapmayacağım ama Jane, bize tablolarla gösterdi ki, bunları yapınca 7,5 dakikanız ekleniyor. Bunları her gün düzenli yaparsanız, hazır olun... Ömrünüze 10 yıl ekleniyor.

Yani kıpırdayın, iyi şeyler düşünün, sevdiklerinizle olun ve zihninizi onu zorlayan şeylerle meşgul tutun. Jane bize 7,5 dakikayı verdi de, biz ne yapıcaz o dakikalarla diye soruyorsanız, size en azından yapmamanızın iyi olacağı şeyleri söyleyebilirim. Daha önce yazmıştım. Ölüm döşeğindeki insanların, hayatlarıyla ilgili beş büyük pişmanlığı var.

Keşke bu kadar çok çalışmasaydım.

Arkadaşlarımla bağımı koparmasaydım.

Daha mutlu olmama izin verseydim.

Gerçek benliğimi ifade etseydim.

Benden beklenenin değil, hayallerimin peşinden gitseydim.

İşte 7,5 dakika, işte onunla yapılmaması gerekenler.

Hayat sizden, yazması benden.

Bol bonus dakikalı haftalar.

Eylul'de Sena

TO TO TONY- bu Tom and Jery oluyor benim kizimin dilinde, cok tatli soyluyor!!!

Daha Eylul ayinin basindayiz ama ay ay rapor vermeye caliscam...
Neler yapiyor ve soyluyor Sena

Kuzum okulundan memnun gibi, persembe gunu 6 Eylul 2012 yani anne kiz bas basa bir gun gecirdik
Once Emirates Palace da yuzduk, oynadik ve brunch yaptik, sonra babaya supriz yaptik ofisinde, sonra Brave'i izledik Laura ve Yvi ile sonrada Anita'ya gittik Vanessa ve Laura ile oynadi.

Eve geldim anne sikildim diyordu hala!!!!

Sena'm Sirinleri'i cok seviyor Gargamel ve sirin baba diyip onlarin yaptiklarini bana anlatiyor
Finding nemo'yu cok seviyor
Kisaca TV seyretmeyi cok seviyor maalesef

Konusuyor ama vocabulary'si hala cok zayif
dun babasina what are you waiting for baba dedi, cok komikti

doluyoyorum ben diyor goremiyorum icin, oyle tuhaf ve komik soylyorki genelde olumsuz kelimeler icin hayir goprdu ben diyor zaten
Nutellaya bayiliyor tek kelimeyle kasik kasik yiyor
anneannesini Kuzey'i ve dayisini hatta kuzey mummy ve buyuk dedeyi bile ozluyor
Turkiye'ye gitmek istiyor SIK SIK soyluyor
Bu aralar favori arkadasi Justin
Sinemaya gitmeyi cok seviyor, Persembe gunu koca popcorn sepetioni de aldi ohh ne guzel ustune de cikolata harikaydi...

Babasina hayran cunku babasi her dedigini yapiyor!
Yuzmeyi seviyor
Kitap okunmasindan hoslaniypr
Puzzle seviyor
Trenleri ile oynamayi seviyor
Cantalari cok seviyor
Pi'si ve onu tik tik tirnaklari ile ses cikarmaya oynamaya bayiliyor
Okulda 12.30 da onu almaya gidince arkadaslari ile orda kalip uyumayi istiyor
Ayakkabi giymeyi sevmiyor
Hala atlamak kosmak ziplamak gibi fiziksel oyunlar favorisi
saklambac oynamayi ve hep ayni yere saklanmayi seviyor ancak bazen oyle bir saklaniyorkli gercekten bulamiyorum
Uyanik sessiz kalmasi gerektigini ogrenmis kesinlikle giki cikmiyor
Sarki soyleyip dans etmeyi seviyor
Kafa sisti demeyi ogrenmis tete'sinden cok sirin, kafam sisti diyince kapatiyor gurultulu oyuncaklarini
Pizza, pilav, makarna ve cikolata sevdigi yemekler
Havuc ve portakal suyu ile ayran sevdigi yiyecekler
Bir cok meyveyi seviyor neyseki
Ama nar suyu iciremiyorum
Burnu alerjik oldugu icin tik developed etmisti neyseki burun spreyi ise yaradi Dr. Stiles sayesinde cok azaldi.
Saclari bir gun yikamasan karman corman oluyor conditioner olamdan kesinlikle acilmiyor.
Kolluklari ile iyi yuzuyor ve slide'lardan tek basina kayabiliyor
Hala suya ve kiloduna kaka yapmaya devam ediyor maalesef


Rekabet Yok Olmak Uzere!



Bu kadini ve yazilarini cok seviyorum... aynen katiliyorum , rekabet yok olmak uzere!
Kahraman Kurukahveci! Kim mi bu kadin tabiki Gulse Birsel!
Dünya, global bir 'büyük şirketleşme' sürecinde. Kentler, kıyafetler, yemekler birbirine benziyor, mahalleler bile özelliğini yitiriyor
Ünlü bir kahve zinciri, ya da amaan, adını da söylerim ne olacak, Starbucks, logosunu değiştereceği için kahve bağımlıları ayağa kalkmış! Logodaki değişiklik de çıplak gözle görülebilen bir şey değil ha, yanlış anlamayın. Deniz kızının etrafındaki yazı kalkıyor, hikaye bu! E ama sen dünyanın bütün şehirlerinde, her köşebaşında, aynı dükkanda, aynı dekorla, aynı bardakla, aynı kahveyle kurabiyeyi satar hale gelirsen, minik bir logo değişikliği zaten kafeinden siniri tepesinde müşterinin beyin devrelerini yakabilir! Ki esas sorun ve yazının konusuna da gelmiş bulunuyoruz böylece! Global bir "büyük şirketleşme" içinde, artık seyahat etmenin bile zevki kalmadı! Budapeşte'ye, New York'a, Paris'e, hatta Beyrut'a git, bütün caddeler, sokaklar birbirine benziyor artık. Köşebaşında bir Starbucks kahve, ileride bir Mc Donald's, arada bir Gap, bir Banana Republic, bir Nike, Adidas, Zara vesaire, kozmetikse konu ya Mac, ya Sephora, alışveriş merkezi gezeyim dediğinde de yine bunların daha ufak şubeleri! Dünyanın bütün caddelerinde aynı logolar, aynı kapılar, aynı renkler, aynı dekorlar, aynı giysiler, aynı sandviçler, aynı kahveler! Küçük dükkanları, yerel markaları, orijinal tatları, desenleri teker teker kaybediyoruz. 

MARKA ÇOK AMA... 
Dünyanın yeni salgını bu! Şirketler büyüyüp küçük işletmeleri yok ettikçe ya da bünyesine katıp kendi damgasını bastıkça, tüketici olarak seçim hakkımız da azalıyor! İstanbul bile dünyanın herhangi bir yerine benzemeye başladı. Starbucks'ın kahvesine bayılıyorum, Zara'nın devamlı müşterisiyim, eyvallah. Ama mahallede, ne sattığı ya da satmadığı belli olmayan tarihi dükkan Aleaddin'e gözüm gibi bakmak, Konak Pastanesi'nin meyve şekerlemelerini öpmek, Tatbak Kebap'a arada girip "Bir sorununuz var mı" diye sormak, Erol Ayakkabıcısı'na destek vermek istiyorum neredeyse! Çünkü son 20-30 yıl içinde, bu semtte, uluslararası büyük şirketlere ait olmadan veya o şirketlerin ürünlerini kendi isimleri altında satmadan ayakta kalabilen ender işletmelerden bunlar! Hadi giyim kuşam, kahve o kadar da hayati değil diyelim. Ama gıda ve ilaçta da durum aynı! Food Inc belgeselindeki gibi, 50 yıl önce Amerika'da 100'den fazla irili ufaklı gıda şirketi, daha fazla rekabet ve üretim merkezi çeşitliliği varken, artık 8-10 büyük şirket piyasanın büyük bölümünü ele geçirmiş durumda. Markalar çoğalmış, ama hepsinin sahibi aynı büyük şirketler! Ve bu şirketler bir masanın etrafında bir araya gelip "Bundan sonra gıdalarımıza biraz da arsenik katalım, heyecanlı olur" derse, artık "O zaman ben de şu yerel markaya yönelirim veya mahalle kasabının yaptığı sucuktan alırım," deme şansınız yok, zira büyük para ve güçle siyasileri de kontrol altında tutup, istedikleri gıda kanununu çıkarıp istemediklerini iptal ettirebiliyor, küçük işletmeleri şu veya bu bahaneyle kapattırabiliyorlar! 

REKABET YOK OLMAK ÜZERE 
Örneğin Türkiye'de bundan sonraki plan, küçük eczanelerin tasfiyesi ve Amerika'daki Duane Reade gibi büyük şirketlere ait dev eczane zincirlerinin yapılması! Ondan sonra fiyatına, etkisine göre ilaç seç bakalım sıkıysa! iki-üç büyük zincir mağazada ne varsa, onlar neyi satmayı uygun gördüyse onu alacaksın! Tehlikenin farkında mısınız? Büyük şirketler siyasi bağlantılarının ve lobi faaliyetlerinin de yardımıyla, daha ufak firmaları satın alıp durduğundan, tekel haline gelip hammadde satanlara da istedikleri şartları diretebildiğinden, dünyadaki 'Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı' durumu, artık ilaçtan içeceklere, tekstilden otomobile kadar bütün sektörlerde baş döndürücü bir hızla büyüyor. Bu, her sektörde tek şirket kalana kadar böyle gidecek mi bilmem ama kapitalizmin en şahane yönü olan "rekabet" yok olmak üzere, hem de dünya çapında! Bir gün tüm dünya aynı kıyafetleri giyen, aynı yiyecekleri tüketen, aynı ilaçları alan, aynı kahveleri içip, aynı inşaat şirketlerinin yaptığı bir örnek evlerde oturan, aynı sokaklarda yürüyen, seçeneksiz, mutsuz ve sıkıcı insanlardan mı oluşacak, bilmiyorum. 80'li yıllarda Taksim'e Türkiye'nin ilk fast food zinciri açıldığında, arkadaşlarımla birlikte koşa koşa gidip dünyanın en zararlı yiyeceğini büyük bir heyecan ve mutlulukla mideye indiren salaklardanım çünkü! O zaman mahalledeki köfte ekmekçinin değerini bilemiyorduk. Ama şimdi köşedeki eczanemden, kahvehanemden, bakkalımdan, börekçimden vazgeçmeyeceğim!